Tacettin Fidan


"TİMURLENK"

- Edgar Allan Poe (Edgır Elın Po)


I.

Ey mübarek rahip, seni çağırdım;
Ama sebebi sarhoş bir umut değildi,
O belli başlı bir arzu ıstırabıdır
Buna kaderi utandırmak,
ve kusurundan galibiyet almak derler  
Ki cinayetin cüret ettiği rüyadan daha fazladır
Bu saatte sana yaptığım davet:
Baba efendi, bu mevzu değildir –
Deli değilim ki, farz ola güç
dünyasında ben itiraf edince günahı
- affedilirim diyerek avunayım
Doğaüstü gurur cümbüş yapmıştır orada –
Onun için, ey ihtiyar, sana ahmak diyemem,
Ama, ümit sadece sizin hediyeniz değildir;
Eğer ben ümit edebiliyorsam: "Ya Mevla! Ediyorum"
O ebedi bir tapınaktan iner.



II.

Bu şenlik duvarının cicili bicili kulesi
Etrafımda büyüyor ama loş - ölüm yaklaşıyor.
Sanmamıştım şimdiye kadar, bu vakit
Dünyadan geçerken, duyunun
Olmayacaktı bir nevi gölgesi
Hayatta bir bir yaptıklarım
Bütünen sır, müstesna basit bir isim,
Belki kudret bilir esrarını canın  
Kedere baş eğmişin, ve hicabın –
Buna hayâ mı dersiniz siz?
Hay hay, onun varisiyim
Tabi nefret edilen bölümün şöhretiyle,
Dünyevi görkem, bana kendini göstermişti  
Bir iblis-ışığı çevresindeydi tahtım,
Kavurdu kızarmış kalbimi acıyla
Cehennem bile korkutmaz beni bir daha.



III.

Ben hep böyle değildim –
Bu alnımdaki ateş gibi parlayan tacı
Zorla kazandım ve sahibi oldum
Evet – aynı miras
Roma’yı İlhana – bunu bana vermiştir
Kraliyet zekâsının veraseti
Ve çaba eden gururlu bir ruh
İnsanoğlu ile böyle utkuludur.
İlk soluğumu dağ havasında aldım;   
Kafkasların buğusu çiğ döktü
Her gece benim genç başıma;
O an beynim onların zehirini içmişti,
Çok tehlikeli bir günün mücadelesinden sonra
Dağkeçisinin bile sığınağına el koyar,
Hakimiyet gururumda pineklerdim,
O zamanın ufak hükümdarı gibiydim –
Zira, her gecenin dağ çiğiyle,
Ruhum takdis olmayan duygu içmişti;
Ben o varlığın aşırılışını sezerdim ve
Rastgele gördüğüm rüyalarda – aydınlık vaktinde
Etrafta dolaşan ve üstümüze ışıldayan buluttan,
Yarı kapalı gözüme her an görünürdü
O Tekerklik Görkemi!
Şiddetli şimşeklerin heybetli yankısı
Telaş içinde üzerime işlerdi, ve bana
Atfen savaştan ve kargaşadan bahsederdi, o an sesim
Kendi yaban sesim, sersem çocuk! acayip yükselmişti
(Ah benim çılgın yüreğim nasıl sevinirdi
Ve ta içimden bir naraya fırlardı)
İşte o zafer muharebesinin narasıydı!



IV.

Başımın üstüne yağmur yağdı
Ama ancak güçbela barınabildi – ve rüzgar
Çabucak üstümden geçti gitti – ama kafam
Kudurmuştu – zira insandı
Üzerime o çelenkleri koyan – ve koşuşma
Soğuk sel gibi akan serin hava
Kulağıma hoş çağıldadı çatırtısı
İmparatorlukların, tutsağın duası,
Taliplerin mırıltısı, karmaşık ses rengi ile
Hükümdar tahtının etrafındaki     
pohpohlamalar.
Ve uyandım – fırtına göçmüştü –
Ama can’ı beni beşikte sallamıştı uykuya
Vede o benden geçip giderken,
Sanki üstümü acayip bir ışık kapladı,
Ruhum halen gizem uykusunun içindeydi
Çünkü artık ben eskisi gibi değildim;
Doğa evladı gibi,
Geçen manzara hariç, kaygısız
olduğum kadar da endişesizdim. –      



V.

Benim şehvetlerim, o bahtsız saatte
Gaddarlığı gasbetti, ki erkekler arasında bu
Hüküme ulaştıktan sonra addetmekmiş,
Benim irsi tabiyatım olmuş – olsun:
Ama, Baba hazretleri, o zaman yaşayan, o kişinin yangını –
O zaman, çocukluğumda, ateş gibi
Çok daha şiddetli bir şevk ile yanmıştı;
(Zira şehvetlerin süresi gençlikte sona erer)
O zaman bile, bu demir kalpliyi sayanların
Sanırım, kadın zaafinde şahsi hisseleri vardı.
Yazık be!  Başka söyleyeceğim yok,
Tabi aşkı layıkıyla sevmekten başka bir sözüm yok!
İzini bulma teşebbüsüne bile cüret etmem
Hani nefes almakta olan güzel çehrenin,

Ki benim hırslanmış aklımda bile
Geriye onun hatırası kalmaz.
Hiç yaşam ilkbaharında ikamet etmemiş olanlara
Hususunda bir takım bazı amaç hoşgörenlere
Sadık gözde, sen his duyana kadar
Dünya dönmüş – öngörü bitmiş mi yani?
Andacın gözünün önünde tuttuğum
Tek bir şey var –
ondan hariç olmayan nesnelerin içinde, ta ki
Onun hakiki şekli beni geçip gider,
Fakat ben de, içimde halen onların etkisi kalmıştır.



VI.

’Size adlandırmamalıyım –’
Siz yetişemezsiniz – düşünmeye bile cüret edemezsiniz
O sihirli imparatorluğun şöhretini
Ki bu çok tehlikeli eşikte bile
Affedilmemiş olduğu halde, ruhumu ayarlamıştır
Şehvet için kaybedilen nesne – cennettir.
Sevdim – ve ah, ne kadar da şefkat doluydu sevgim!
Evet!  O kız her aşka değerdi!
Böyleydi benim küçüklüğüm
Buna rağmen o zamanlar tamamen şehvetle dolamazdım
Gökteki melek şuurları gibiydi her şey
Haset kabil – o genç kızın kalbi ise mabetti
Ona benim her düşüncem ve ümidim
Enfiye - tütsüydü – o zaman o ise hoş bir armağandı bana –
Çünkü bizim ufaklıklar günahsız, ve epey çocuksuydular,
O genç kızın verdiği örnekler ise tertemizdi; Ve
Acaba neden terk edip başıboş bıraktım,
O emaneti içimdeki kararsız yıldıza?



VII.

Onunla beraber, aşk içinde yaşlandık,
Yabanı da ormanı da dolaştık;
Kış havasında göğsüm ona kalkan olur
Güneş ışığı cana yakın güldüğü vakit
O dilber açılmakta olan gökleri nişanlardı,
Ben onun gözlerinden başka bir cennet görmedim –
Çocukluk bile insan kalbini tanır;
Çünkü, güneş ışığında ve gülümsemelerde,
Bizim bütün endişelerimizden gayrı,
Gülerken onun yarı saçma hilelerine,
Kendimi onun çarpışan göğsüne atardım,
Ve içimi gözyaşlarımla birlikte ona dökerdim,
O benim şaşkın gözlerime yükselir –
Gerisini anlatmağa lüzum yok –
Onun müşfik kaygılarını uslandırmağa da gerek yoktu –
O dilber hiç sormadı niçin sebebini.
O senelerin kutsallaşmış hatıraları
Aklıma gelir bu tenha vakitlerde,
Ve, tatlı bir şirinklikle, o görünür
Tuhaf yaz çiçeklerininin esansı gibi;
Bizim önceden kokladığımız çiçeklerden
Anımsamalarda görünen küçüklük mazisi yanaşır
Bu ehemmiyet – yalnız çiçeklere değil – daha ziyade
Bizim dünyevi hayatımıza, aşka – ve herşeyde hepsine aittir.



VIII.

Evet! O dilber bütünen her aşka değerdi!
Öyle ki kahrolası bunca zaman
Canım şiddetli fırtına ile çabaladı
Dağ zirvesinde yanlızken
İhtiras ona yeni bir ses verdi
Ve ilk önce cürüm rüyasını önerdi
Çılgınlığım onun sinesine ders verdi
Halen küçüktük: bundan daha saf düşünce de yoktu
Seninkinden daha yüksek melek sınıfının göğüsünde ikamet ettik
Zira ateş dolu aşk halen yine mübarektir
Onu ancak bir meleğin verebileceği bir sevgi ile sevdim
Bütün yaşayan ışıkların ışını ile
Aşk tanrıçası Ediz’in tapınağında alevlenmiş gibi.
Tabi adlandırmak asla günah değildir,
Böyle benim gibi – o gizemli yalazı,
Senden hariç benim başka bir varlığım yoktu!
Dünyanın bütün ışıldayan sıra maiyetinde
Ve mutlu güzel
(zira benim için her şey tanımlanmamış bir zevkti)
Dünya – onun neşesi – onun acı hissesi
Ki ben hissetmedim – onun bedensel niteliklerini
Çeşitli varlığın kapsadığı
Fırtınaların vücutsuz canlarını,
Güneş ışığı, ve sukunet – ülkü
Rüyaların uçup giden kibirleri,
Müthiş zarafet!  o hakikat
Öğlen vaktinin uyanık yaşam hiçlikleri
Görünüyor ki, o sihirli hayatın,
O didişmesi, şimdi maziye baktığım zaman
Güçlü ve fena bir şeytanın işiydi
O iblis beni şerir bir vakite nakletti
Bütünen duyduğum hisler, gördüklerim veya düşündüklerim,
Birikirken, şaşkına dönmüş gibi oldum
(Senin doğaüstü güzelliğinle doldum)
Yüce Sen – ve bir ismin hiçbir şeyi.



IX.

Aşk içinde alevlenmiş can, bilmiştir
Hissetmiştir, derinlerden gelen sakin sesi
Ve onun kendi üstünlüğünü, –
(Size açıkça söylüyorum,
Delilik peçe ile örtmekse düşünceyi
Bu sancılı bir göğüse yüklenmiştir)
Kalıtımsal hakkını duyan ruh –
Gizemli imparatorluğu ve yüce hakimiyeti
Faal kudretin verdiği
Yaradılıştan vaktinde doğan istidadı;
Tabi bilir (ki, inanın şu anda,
Yalan söylemek on-katı suç olsa,
Hakimiyet vardır o yüksek ruhta
Varisi olacağı kaderin malumiyetine)
Yine de, böyle bir hakimiyeti tanıyan ruh
Kendini hükmeden iktidarın Gurur olduğunu sezer.
Evet!  Mağrurdum – ve siz biliyorsunuz
O kelimenin büyülü anlamını,
Ki sık sık ters sapkıya uğramıştır o laf,
İhsanlanacaktır tahkiriniz, belki, duyunca
O mağrur canın koparalıp kırıldığını,
Gururlu yürek ızdıraptan patlamıştı
Bir azarlama veya nişan kelimesiyle
O dişi'nin, o putperest yüreği –
İhtiraslıydım – siz biliyor muydunuz
Onun alevli aşk ateşini? – yok katiyen bilemezsiniz –
Bir çiftlikçi gibi, bir taht hedefledim kendime
Dünyanın yarısı benim olsun diye
Ve o aşağılık hisseye mırıldandım!
Fakat o rüya gibi benden geçmişti
Uslu adımın, çiğin uçuşu gibi,
Tutuşan düşünce – ışık saçmadı
Güzelliğe, ondan rehberlik bile gelmedi
Zulmeder, bitmez tükenmez uzun yaz günü
Aklım, iki misli narinliğiyle –



X.

Taç yaylasında beraber yürüdük
Aşagıya doğru yönelen yüksek bir dağdan
Onun gururlu tabii kulelerinden uzak
Tepedeki, taştan ve ormandan –
Çardakların arasından, ufalıverdi yokuşlar
Dilberin ak elleriyle çevrede yetiştirdikleri,
Fışkırdı velvele ile bin çeşit küçücük derelerden
Sanki, yönlenen periler ükesiydi burası
Onlar bizim küçük iki köyümüzü kucakladı –
Yalnız olsak bile – huzurlu ve mutluyduk –

Dilbere gurur ve hakimiyetten bahsettim –
Ama gizemli, aldatıcı bir kisve tarzında,
Bunu hiçbir şeyin dışında sansın diye
Gözlerinde o an’ın karşıtını
Okudum (belki çok ihmalkar bir şekilde)
Benim kendi duygularıma katılan bir duygu;
Bana, onun yanaklarındaki parlak kızartıyı
Sanki bir kraliçelik tahtı konmuş gibi gösterdi
Layıkıyla, bırakmalıydım artık
Karanlık yabanda, yapayalnız bir ışık.



XI.

Orada – o saatte – bir düşünce geldi
Aklıma, bundan önce hiç bilinmeyen –
Dilberi halen ikimiz de gençken bırakmak, –
Ali talihimi takip etmek,
Ve uluslar arasında yapılan didişmede
Aylak lafları ıslah etmek, artık bir rüya gibi
O an dilberin pervasız kulağına seslendi –
Ben de tereddüt yoktu – korku nedir bilmedim
Benim yabani mesleğimdeki muhatara
Bir imparatorluk kazanmak, ve nikah çeyizi gibi
Bir kraliçenin tacını yerlere sermekti,
Tek bir duyguya sahipti,
Dilberin kendi imgesiyle, benim meraklı sinem –
Genç köylünün bağrında bulunan o zamanki
Giz dolu düşüncesini bilen o kişi
Onu bir hiç saymıştı, şefkatte
Erkekler arasında fantezinin
idraktan yanlışa sürüklediği bir kimseye
İhtiras zincire vurulmuş – vede beslenmemiştir
(Çöldeki gibi, muhteşem,
Vahşi, ve zarafet ateşini yelpazelemek için
Onların kendi nefesiyle komplo kurdu)
Düşünceler ile bu tür duygular komut eder;
Kontolsüz istihza ve tahrirden dolayı
Çok zordur insanların tasavvur etmeleri:
Bulundukları dünyadan “büyük“ bir kimsenin
doğabileceğine – hep inanmayacaklardır:
Avluda her gün gördekleri bir kişiye,
Hele -hele, bir gün onun önüne eğilip itaat etmeyi,
Bunu samimi bir tarzda yapmayı, Talih güneşinin
Verdiklerini, onun üzerine akan o harika parlamayı,
Alçak seviyedekiler - ve onların kendi derecesindekiler –



XII.

Hayal gözümde canlandırdım
Dilberin suskun, derin hayretini
Çabucak geçmiş gitmiş bir kaç yılları
(Zira, yüce ümidimin çok çaresiz amacına
kısa bir süre için ödünçlendi,)
Dilber belki hatırlar, şöhret
Yıldızlarının kapladığı bir fatihin adını
(İhtişam ile – belki ilham edercesine
Mecburen, aklından geçen bir düşüncede,
Kendi ateşinde solmuş ve infilak etmiş
Saydığı o kişiyi, beni gitmiş de
Bir hain olmuş, hani gerçeğe yaptığı tecavüzden dolayı
Gençliğinde azap çekmiş olduğundan, zanneder,)
Dilberin kendine has İskenderi, teminat vermesi gerekli olan
Tekrar, o zamanki gibi aşk temin eden –
Ve küçüklüğünün zevkini yüze çıkaran, o
Timurlenk’in gelini ve kraliçesi –



XIII.

Parlak bir yaz gününün öglen vaktinde
Hasırlarla örtülmüş kuşağın altından geçtim
Orada, derince, dingin bir uykuya dalmıştı
Benim dilber sevgilim Eda.  O asude vakitte,
Suskun bir bakış benim ona elvedam oldu.
O zaman – başka bir tesellim yoktu kendime
Onu kaldırıp, bir yalan söyleyecek
Sahte bir seyahatten bahsedecek gibi, tekraren
Kalbimin zaafına güvenerek
Yumuşacık, heyecan verici sesinden ayrılmak zor olurdu
Böylece mutlu, halen uykuda
Zevk dolu rüyasındaydı o, zannetmedi ki
Uyandığında, ben ayrılma düşüncesine dalmıştım
Çılgınlıkla doluydum;
Eyvahlar olsun!  Kadın kalbini anlayamıyordum,
Sevdiğim ve sevildiğim halde – geç-git deyip vazgeçmiştim. –



XIV.

Hasırlarla örtülmüş kuşağın altından dışarı çıktım,
Ve delicesine telaşla yoluma koyuldum:
Ve beni evimden uzak tutan dertten ırak,
Her uçup geçen saatte hayli neşe hissettim;
Dünyadan gelen bir ıstırap var
Ki halen ülküsel olsa bile
Faniliğin en kötü acısıdır,
O kendi gerçeğinde saadettir,
Ama canlıların gögsünde daha hakikidir
Adam kendi içinden gelmese bile,
Ruhunun rızalı bir piyesini, yine de
Mevlaya, ve yüce bütünlüğe verir –
Aşk dolu canların yaşadığı
Tabii yerler bile, dilberin yaban sokaklardaki
Harikulade yönlerinden bahseder, anlatırken takdis eder
O dilberin güzellik hakimiyetini!
Adama, ızdıraptan daha da çok
Görüş yeteneğinin eksilip kararmasıdır
Üzerinde kendine özgü canlı bakış ile, seyreder
Etrafındaki güzelliği, o güneş –
Mavi gökler – soluk bulutun
Sisli ışığından çıkan renk alametine
Rahmet eder cennet gibi mavi yatağında;
Karartı var!  ama herkese aydınlık görünüyor!
Ey Mevla!  Yazık!  adamın üstüne kopacak
Eğer düşünceler geçip-gitmezse,
Zira, Dünyadan göç etmek Fanteziye verilmiştir,
Az da olsa cennet hariç, yok, diğer kelimeler tanıtamaz.



XV.

Şimdi senin etrafındaki Semerkand’a bir bak hele,
Dünyanın kraliçesi değil mi?  izzetinefsi
Bütün öteki şehirlerin üstünde mi?  Elinde
kalmadı mı onların kısmetleri?  Hepsine nazaran
Komşusu, artık dünyanın bile tanıdığı, iftihar değil mi?
Tekin, şanlı ve şerefli ayakta durmuyor mu?
Ve kimdir şol dilberin hükümdarı?  Ben Timur tabi,
Şaşakalmış dünyanın gördüğü bir adamım,
Zafer üstüne zaferle,
İki misline çıkardım çağı! ve dahası, sanırım,
Hala yankıyorum-yeniden Cengiz’in şöhretini.
Ve şu anda ne kaldı onda?  Ne!  Bir isim.
Geceleyin cümbüş sesi
Birbirine karışan kalabalıktan
Yüksüz bir göğüsün sedası gibi esiyor üzerime
Sanki bu ecel saati, onlara
Sevinç getiren kişinin vakti değilmiş sanılıyor –
Mutlulukla, önderdeki gibi – Hüküm
Zehirini gizlice tebliğ ediyor; demek ki
İnsan yüreklerinde hiçbir şeyim kalmamış.



XVI.

Talih beni kendine nişanladığında,
Ve benim gururlu ümitlerim hüküm tahtına eriştiğinde
(Ki o da bana fayda etmiyor artık, hayırlı frer,
Dünyanın pekala bildiği bir hikayeyi tekrar anlatmak,
Kudretin nasıl ve ne gibi saklı imalleriyle,
Tırmananışımı sarsak yüceliğe,)
Daha çok gençtim, ama iyi tahmin etmiştim
Ruhumda neler olup bittiğini.
Gözlerim halen tantanaya ve hüküme konmuş,
Yaban Kafkas dağlarının vadilerinde,
Eda dilberimin hasırlarla örtülmüş kuşağında,
Şaşkın kalbim çok uzaklara gitmişti.
Uzun bir süre kalmadım Semerkand’da
Önce, bir köylünün mütevazi kılığına bürünüp,
Çoktan terk ettiğim memleketi aradım,
Gözlerime güneş battığı vakit yine
Oraların esmer ihtişamlı dağları yükselmişti:
Gayesizce yollarda dolaştığımda
Kalbim güneş ışınıyla çöktü.
Şanlı yaz güneşine
Dikilip seyredenlere,
Güneş onlardan ayrılınca,
Somurmuş bir kalp ümitsizliği getiriverir.
O ruh nefret eder o akşam sisinden
Çoğu kez hoş, ama yanlış telaffuz edecektir
Karanlıktan gelen sesi
(bu ancak işitebilen ruhlar arasında bilinir)
Sanki birinin gece rüyasında uçuşu gibi
Ama yaklaşan tehlikeye atılamaz gibice.
Gene ay – gümüşe benzer ay
Yoluna ışık saçar, o dilber yüce ay;
Gülüşü ayazdır, ve onun neşri
O hazin zaman içinde, adama
Öldükten sonraki düşeyi gibi görünebilir;
Ufak bir hayat nefesinin, ve gözdeki ateşin
Sureti alındığı zaman, varmış bir zamanlar,
Ama artık geçip gitmiştir, denir.
İzlenen yol bittiği zaman
Böyledir güzel yaz güneşi:
Zira bilgisini bulmak için yaşadıklarımızın hepsi – bilinir;
Ve bütün sahibi olmak istediklerimiz – uçup gitmiştir;
Öğlen vakti güzelliğiyle, her şey tamamdır.
Bırak hayatı o zaman, açan çiçek gibi, düşsün –
Geçici, gündüz-çiçeğinin şiddetli-aşkı
Akşam saatinde sararıp solsun.



XVII.

Evime vardım – yok, benim evim değildi –
Öyle ki, onu bana ev edenler uçup gitmişlerdi –
Yosunlu kapısından dışarı çıktım,
Aylak ifadesiz bir üzüntü içindeydim.
Çocukluğumda tanıdığım, ama şimdi beni tanımıyan
Bir dağ avcısı eşik taşında bana yanaştı.
Eski bir karyola hakkında bir şeylerden bahsetti:
Dedi ki: O daha iyi günler görmüştür;
Eskiden oradan bir pınar yükselirdi, ve orada
Dopdolu, güzel bir sürü çiçek başını kaldırmıştı;
Ama onları büyüten kadın çoktan ölmüş,
Bu çeşit divaneliklere artık kadının katkısı yoktu,
Şimdi bana ne kalmıştı orada?  yeis (ümitsizlik)
Kırık-kalbe bir Kraliyet.





- İngilizce -




"TAMERLANE"

- by Edgar Allan Poe


I.
 
I have sent for thee, holy friar;
But ‘twas not with the drunken hope,
Which is but agony of desire
To shun the fate, with which to cope
Is more than crime may dare to dream,
That I have call’d thee at this hour:
Such father is not my theme —
Nor am I mad, to deem that power
Of earth may shrive me of the sin
Unearthly pride hath revell’d in —
I would not call thee fool, old man,
But hope is not a gift of thine;
If I can hope (O God! I can)
It falls from an eternal shrine.



II.
 
The gay wall of this gaudy tower
Grows dim around me — death is near.
I had not thought, until this hour
When passing from the earth, that ear
Of any, were it not the shade
Of one whom in life I made
All mystery but a simple name,
Might know the secret of a spirit
Bow’d down in sorrow, and in shame. —
Shame said’st thou?
Aye I did inherit
That hatred [[hated]] portion, with the fame,
The worldly glory, which has shown
A demon-light around my throne,
Scorching my sear’d heart with a pain
Not Hell shall make me fear again.



III.
 
I have not always been as now —
The fever’d diadem on my brow
I claim’d and won usurpingly —
Aye — the same heritage hath giv’n
Rome to the Cæsar — this to me;
The heirdom of a kingly mind —
And a proud spirit, which hath striv’n
Triumphantly with human kind.
In mountain air I first drew life;
The mists of the Taglay have shed
Nightly their dews on my young head;
And my brain drank their venom then,
When after day of perilous strife
With chamois, I would seize his den
And slumber, in my pride of power,
The infant monarch of the hour —
For, with the mountain dew by night,
My soul imbib’d unhallow’d feeling;
And I would feel its essence stealing
In dreams upon me — while the light
Flashing from cloud that hover’d o’er,
Would seem to my half closing eye
The pageantry of monarchy!
And the deep thunder’s echoing roar
Came hurriedly upon me, telling
Of war, and tumult, where my voice
My own voice, silly child! was swelling
(O how would my wild heart rejoice
And leap within me at the cry)
The battle-cry of victory!

 

IV.
 
The rain came down upon my head
But barely shelter’d — and the wind
Pass’d quickly o’er me — but my mind ­
Was mad’ning — for ‘twas man that shed
Laurels upon me — and the rush,
The torrent of the chilly air
Gurgled in my pleas’d ear the crash
Of empires, with the captive’s prayer,
The hum of suitors, the mix’d tone
Of flatt’ry round a sov’reign’s throne.
The storm had ceas’d — and I awoke —
Its spirit cradled me to sleep,
And as it pass’d me by, there broke
Strange light upon me, tho’ it were
My soul in mystery to sleep [[steep]]:
For I was not as I had been;
The child of Nature, without care,
Or thought, save of the passing scene. —


 
V.
 
My passions, from that hapless hour,
Usurp’d a tyranny, which men
Have deem’d, since I have reach’d to power
My innate nature — be it so:
But, father, there liv’d one who, then —
Then, in my boyhood, when their fire
Burn’d with a still intenser glow;
(For passion must with youth expire)
Ev’n then, who deem’d this iron heart
In woman’s weakness had a part.
I have no words, alas! to tell
The lovliness of loving well!
Nor would I dare attempt to trace
The breathing beauty of a face,
Which ev’n to my impassion’d mind,
Leaves not its memory behind.
In spring of life have ye ne’er dwelt
Some object of delight upon,
With steadfast eye, till ye have felt
The earth reel — and the vision gone?
And I have held to mem’ry’s eye
One object — and but one — until
Its very form hath pass’d me by,
But left its influence with me still.


 
VI.
 
‘Tis not to thee that I should name —
Thou can’st not — would’st not dare to think
The magic empire of a flame
Which ev’n upon this perilous brink
Hath fix’d my soul, tho’ unforgiv’n
By what it lost for passion — Heav’n.
I lov’d — and O, how tenderly!
Yes! she [[was]] worthy of all love!
Such as in infancy was mine ­
Tho’ then its passion could not be:
‘Twas such as angel minds above
Might envy — her young heart the shrine
On which my ev’ry hope and thought
Were incense — then a goodly gift —
For they were childish, without sin,
Pure as her young examples taught;
Why did I leave it and adrift,
Trust to the fickle star within


 
VII.
 
We grew in age, and love together,
Roaming the forest and the wild;
My breast her shield in wintry weather,
And when the friendly sunshine smil’d
And she would mark the op’ning skies,
I saw no Heav’n, but in her eyes —
Ev’n childhood knows the human heart;
For when, in sunshine and in smiles,
From all our little cares apart,
Laughing at her half silly wiles,
I’d throw me on her throbbing breast,
And pour my spirit out in tears,
She’d look up in my wilder’d eye —
There was no need to speak the rest —
No need to quiet her kind fears —
She did not ask the reason why. ­
The hallow’d mem’ry of those years
Comes o’er me in these lonely hours,
And, with sweet lovliness, appears
As perfume of strange summer flow’rs;
Of flow’rs which we have known before
In infancy, which seen, recall
To mind — not flow’rs alone — but more
Our earthly life, and love — and all.


 
VIII.
 
Yes! she was worthy of all love!    
Ev’n such as from th’ accursed time 
My spirit with the tempest strove,  
When on the mountain peak alone,    
Ambition lent it a new tone,        
And bade it first to dream of crime, 
My phrenzy [[frenzy]] to her bosom taught: 
We still were young: no purer thought                   
Dwell [[Dwelt]] in a seraph’s breast than thine;                
For passionate love is still divine:               
I lov’d her as an angel might            
With ray of the all living light
Which blazes upon Edis’ shrine.
It is not surely sin to name,        
With such as mine — that mystic flame,
I had no being but in thee!               
The world with all its train of bright ­               
And happy beauty (for to me                
All was an undefin’d delight)                
The world — its joy — its share of pain                 
Which I felt not — its bodied forms                 
Of varied being, which contain                 
The bodiless spirits of the storms,                 
The sunshine, and the calm — the ideal                 
And fleeting vanities of dreams,                  
Fearfully beautiful! the real                  
Nothings of mid-day waking life —                  
Of an enchanted life, which seems,                  
Now as I look back, the strife                   
Of some ill demon, with a power                   
Which left me in an evil hour,                   
All that I felt, or saw, or thought,                    
Crowding, confused became
(With thine unearthly beauty fraught)
Thou — and the nothing of a name.            


 
IX.
 
The passionate spirit which hath known,
And deeply felt the silent tone
Of its own self supremacy, —
(I speak thus openly to thee,
‘Twere folly now to veil a thought
With which this aching, breast is fraught)
The soul which feels its innate right — ­
The mystic empire and high power
Giv’n by the energetic might
Of Genius, at its natal hour;
Which knows (believe me at this time,
When falsehood were a ten-fold crime,
There is a power in the high spirit
To know the fate it will inherit)
The soul, which knows such power, will still
Find Pride the ruler of its will.
Yes! I was proud — and ye who know
The magic of that meaning word,
So oft perverted, will bestow
Your scorn, perhaps, when ye have heard
That the proud spirit had been broken,
The proud heart burst in agony
At one upbraiding word or token
Of her that heart’s idolatry —
I was ambitious — have ye known
Its fiery passion? — ye have not —
A cottager, I mark’d a throne
Of half the world, as all my own,
And murmur’d at such lowly lot!
But it had pass’d me as a dream
Which, of light step, flies with the dew,
That kindling thought — did not the beam
Of Beauty, which did guide it through ­
The livelong summer day, oppress
My mind with double loveliness —



X.
 
We walk’d together on the crown
Of a high mountain, which look’d down
Afar from its proud natural towers
Of rock and forest, on the hills —
The dwindled hills, whence amid bowers
Her own fair hand had rear’d around,
Gush’d shoutingly a thousand rills,
Which as it were, in fairy bound
Embrac’d two hamlets — those our own —
Peacefully happy — yet alone —
 

I spoke to her of power and pride —
But mystically, in such guise,
That she might deem it naught beside
The moment’s converse, in her eyes
I read (perhaps too carelessly)
A mingled feeling with my own;
The flush on her bright cheek, to me,
Seem’d to become a queenly throne
Too well, that I should let it be
A light in the dark wild, alone. ­


 
XI.
 
There — in that hour — a thought came o’er
My mind, it had not known before —
To leave her while we both were young, —
To follow my high fate among
The strife of nations, and redeem
The idle words, which, as a dream
Now sounded to her heedless ear —
I held no doubt — I knew no fear
Of peril in my wild career;
To gain an empire, and throw down
As nuptial dowry — a queen’s crown,
The only feeling which possest,
With her own image, my fond breast —
Who, that had known the secret thought
Of a young peasant’s bosom then,
Had deem’d him, in compassion, aught
But one, whom phantasy had led
Astray from reason — Among men
Ambition is chain’d down — nor fed
(As in the desert, where the grand,
The wild, the beautiful, conspire
With their own breath to fan its fire)
With thoughts such feeling can command;
Uncheck’d by sarcasm, and scorn
Of those, who hardly will conceive ­
That any should become “great,” born
In their own sphere — will not believe
That they shall stoop in life to one
Whom daily they are wont to see
Familiarly — whom Fortune’s sun
Hath ne’er shone dazzlingly upon
Lowly — and of their own degree —


 
XII.
 
I pictur’d to my fancy’s eye
Her silent, deep astonishment,
When, a few fleeting years gone by,
(For short the time my high hope lent
To its most desperate intent,)
She might recall in him, whom Fame
Had gilded with a conquerer’s name,
(With glory — such as might inspire
Perforce, a passing thought of one,
Whom she had deem’d in his own fire
Wither’d and blasted; who had gone
A traitor, violate of the truth
So plighted in his early youth,)
Her own Alexis, who should plight
The love he plighted then — again,
And raise his infancy’s delight,
The bride and queen of Tamerlane —


 
XIII.
 
One noon of a bright summer’s day
I pass’d from out the matted bow’r
Where in a deep, still slumber lay
My Ada. In that peaceful hour,
A silent gaze was my farewell.
I had no other solace — then
T’awake her, and a falsehood tell
Of a feign’d journey, were again
To trust the weakness of my heart
To her soft thrilling voice:  To part
Thus, haply, while in sleep she dream’d
Of long delight, nor yet had deem’d
Awake, that I had held a thought
Of parting, were with madness fraught;
I knew not woman’s heart, alas!
Tho’ lov’d, and loving — let it pass. —


 
XIV.
 
I went from out the matted bow’r,
And hurried madly on my way:
And felt, with ev’ry flying hour,
That bore me from my home, more gay;
There is of earth an agony
Which, ideal, still may be
The worst ill of mortality,
‘Tis bliss, in its own reality,
Too real, to his breast who lives
Not within himself but gives
A portion of his willing soul
To God, and to the great whole —
To him, whose loving spirit will dwell
With Nature, in her wild paths; tell
Of her wond’rous ways, and telling bless
Her overpow’ring loveliness!
A more than agony to him
Whose failing sight will grow dim
With its own living gaze upon
That loveliness around: the sun —
The blue sky — the misty light
Of the pale cloud therein, whose hue
Is grace to its heav’nly bed of blue;
Dim! tho’ looking on all bright!
O God! when the thoughts that may not pass
Will burst upon him, and alas!
For the flight on Earth to Fancy giv’n,
There are no words —— unless of Heav’n.


 
XV.
   

Look ‘round thee now on Samarcand,
Is she not queen of earth? her pride
Above all cities? in her hand
Their destinies? with all beside ­
Of glory, which the world hath known?
Stands she not proudly and alone?
And who her sov’reign? Timur he
Whom th’ astonish’d earth hath seen,
With victory, on victory,
Redoubling age! and more, I ween,
The Zinghis’ yet re-echoing fame.
And now what has he? what! a name.
The sound of revelry by night
Comes o’er me, with the mingled voice
Of many with a breast as light,
As if ‘twere not the dying hour
Of one, in whom they did rejoice —
As in a leader, haply — Power
Its venom secretly imparts;
Nothing have I with human hearts.


 
XVI.
 
When Fortune mark’d me for her own,
And my proud hopes had reach’d a throne
(It boots me not, good friar, to tell
A tale the world but knows too well,
How by what hidden deeds of might,
I clamber’d to the tottering height,)
I still was young; and well I ween
My spirit what it e’er had been.
My eyes were still on pomp and power, ­
My wilder’d heart was far away,
In vallies of the wild Taglay,
In mine own Ada’s matted bow’r.
I dwelt not long in Samarcand
Ere, in a peasant’s lowly guise,
I sought my long-abandon’d land,
By sunset did its mountains rise
In dusky grandeur to my eyes:
But as I wander’d on the way
My heart sunk with the sun’s ray.
To him, who still would gaze upon
The glory of the summer sun,
There comes, when that sun will from him part,
A sullen hopelessness of heart.
That soul will hate the ev’ning mist
So often lovely, and will lisp
To the sound of the coming darkness (known
To those whose spirits hark’n)  as one 
Who in a dream of night would fly
But cannot from a danger nigh.
What though the moon — the silvery moon
Shine on his path, in her high noon;
Her smile is chilly, and her beam
In that time of dreariness will seem
As the portrait of one after death;
A likeness taken when the breath ­
Of young life, and the fire o’ the eye
Had lately been but had pass’d by.
‘Tis thus when the lovely summer sun
Of our boyhood, his course hath run:
For all we live to know — is known;
And all we seek to keep — hath flown;
With the noon-day beauty, which is all.
Let life, then, as the day-flow’r, fall —
The trancient, passionate day-flow’r,
Withering at the ev’ning hour.


 
XVII.
 
I reach’d my home — my home no more —
For all was flown that made it so —
I pass’d from out its mossy door,
In vacant idleness of woe.
There met me on its threshold stone
A mountain hunter, I had known
In childhood but he knew me not.
Something he spoke of the old cot:
It had seen better days, he said;
There rose a fountain once, and there
Full many a fair flow’r rais’d its head:
But she who rear’d them was long dead,
And in such follies had no part,
What was there left me now? despair —
A kingdom for a broken — heart.








© 2011 - Edgar Allan Poe (Edgır Elın Po)

Bildiri:
Bu eserin sahibi Edgar Allan Poe'nun yukarıda İngilizce "Tamerlane" başlıklı şiirinin üstte Türkçe "Timurlenk" adlı çevirisi Tacettin Fidan tarafından yapılmıştır. Tüm hakları mahfuzdur ve eser sahibi şaire aittir.

Kaynak - (Online Source):
http://www.eapoe.org/works/poems/tamerlna.htm
Ve, bu kitaba bak  (Also see this book):
Edgar Allan Poe: 2002, The Complete Tales & Poems, New York, Castle Books.

Make a free website with Yola