Tacettin Fidan


Önsöz/Bildiri
Arif bir hayata şifreli bazı marifet malzemeleri sunuyorum.  Bizde pek bilinmeyen, 17. Asırda yaşamış olan, Avrupalı anonim bir dervişin vecizelerini, (tüm sayısı üçyüz) üç ayrı kısımda, burada dilimize derlemeli bir şekilde tercüme ettim.  
Varsa herhangi bir hata, tövbeler olsun, affola.  


  • İkinci Kısım (101 - 200)



101)
Dünyanın bir yarısı bir ötekisine gülüyor, gerçi birlikte hepsi aynı maskaralığa sahip. Kazandıkları oy sayısına göre, herşey ya iyi ya da kötü. Birinin canla başla elde etmeye çalıştığına, öteki zulmediyor. Herşeyi kendi düşüncelerine göre ayarlamak isteyen bir kişi, çekilmez bir eşektir! Üstünlükler bir tek adamın keyfine kâhya değil ki. Bir sürü insan, bir sürü iştah, hepsi değişik. Hiç olmazsa bir kaç kişi tarafından dokunulmayan bir eksiklik yoktur, gerçi böyle bir azınlığın hoşuna gitmedi diye, üzülmeyelim, zira diğerleri takdir edecektir. Aynı zamanda, onların bu tezahüratı sakın başımızı döndürmesin, çünkü elbette kınayacak daha başkaları bulunacaktır. Mesele hususunda, en değerli övgü sınavı, ünlü ve bilirkişilerin tasdik ve beğenisinden geçendir. Maksat etmen gereken, herhangi bir onaydan, herhangi bir modadan, herhangi bir devirden, kendine buyruk ve bağımsız kalmandır. Başlı başına serbest ve hür yaşayan bir kimsede hikmet var.



102)
Büyük Talih dilimlerini hazmetmeye hazır ol. İrfan bedeninde, önemi hiç az olmayan organlardan biri, kocaman bir midedir. Zira, içine sığdırma haddi azametli olan bir şey, kısımlarının da irice olduğunu ihsas eder. Talihin büyük lokmaları, daha da büyüklerini hazmedebilecek bir kişiyi utandırmaz. Birine çatlayacak derecede yemek yeme tokluğu sayılan, bir başkasına açlık sayılabilir. Yeteneği az olduğundan, büyük bir vazifeye ne doğuştan ne de eğitim vasıtasıyla hazırlıklı olmayan bir kişi, birçoğu sıkıntıya maruz kalan diğer kişiler gibi, sindirimi zayıf olan bir kimsedir. Çok geçmeden, hareketleri limon gibi ekşiye kaçar;  tabiat halleri hak edilmemiş bir itibardan elde edildiği için, kafalarını altüst eder. Nitekim, yüksek mevkide büyük hasar tehlikelerine maruz kalırlar. Yerlerini bulamazlar, çünkü talih onların içinde münasip bir yer bulamaz. Bundan dolayı, hünerli bir adam, daha da büyük faaliyetlere açık, birçok alan haddinin onda halihazırda bulunduğunu izhar etmelidir. İlave olarak, dar yürekli minnacık bir adam olduğuna dair izlenim bırakabilecek herhangi bir işaretten sakınmalıdır.  Hikmetli insanın her yerinde büyük talih yudumlarına her zaman yer var. 



103)
Ağırbaşlılık: Her bir kişi, kim olursa olsun, vakarına nail olmalı. Her bir kişinin emeği derecesine göre, ki bir hükümdar olmadığına rağmen, hükümdarınkine lâyık olabilsin, ve hak ettiği sınır mahiyetinde faaliyeti asil olsun. Faaliyette ulu ve âla, düşüncede âli ve bülent, herşeyde bir haşmetmeap gibi, kudretine malik olmadığına rağmen, hiç olmazsa onun değerine münasip bir kişi olabilsin. Zira, gerçek hükümdarlık lekesiz dürüstlükte barınır, ve bu örneğe hizmet eden bir kimsenin başka bir büyüklüğe imrenmesi gerekmez. Özellikle, yüksek mevki sahipleri bu hakiki yüksekliği gaye edinmeli, ve sadece merasimlerde ona ithaf edilen herhangi bir rolü oynayacaklarına,  gerçek egemenlik niteliklerini paylaşmayı tercih etmilidirler; gerçi bunu kusurlarına zarar eklemeden, ama gerçek dürüstlüğü taksim ve tanzim ederek yapmalıdırlar. Ağırbaşlılıkta hikmet var.



104)
Herhangi bir Makam dairesine geçip kendini bir dene bakalım. Bu işlem çeşitli şahsi nitelikler gerektirir, ve hangisinin icap ettiğini bilmek dikkatimize ağır bir vergi yükler, kısacası ustaya seziş lüzumu gerektiğini talep eder. Bazısı cesaret gereğinde ısrar eder, diğerleri ise incelik, yani vakit ve halin icabına göre harekette. Sadece doğruluk ve dürüstlük ihtiyacına değinenler en kolaylarıdır, en zorları kurnazlık gerektirenlerdir. Öncekine gerekli olan özyapı, yani karakterdir, sonrakine bütün dikkat ve gayretimizi verdiğimiz halde, yeterli olmayabilir. İnsanlara hükmetmek zahmetli ve baş belası bir iştir, dangalak çeşitleriyle ise çok daha zordur: tamamen ondan mahrum olanların arasında ise, adama iki kat zekâ lâzım! Sabit, katı vadelerde ve meskun iş programıyla, bir mevki, adamın zihnini tamamen meşgul ettiğinde, tahammül edilemez bir iştir. Adamı takibine kendi halinde hür bırakan bir iş daha iyisidir, böylece değişiklik ihtiyacı ehemmiyet gereği ile birleşir, zira değişiklik aklı tazeleyen şeydir. En itibarlıları, başkalarına en az olan ve onlardan en uzun mesafede emir kulluğu gerektirendir; en kötüsü ise, bizi burada olduğu gibi öbür dünyada da tasalandırandır. Kendi şahsına göre ayarlanan bir mevki denemesinde bulunmanda hayır, hikmet, ve istikbal var.
 



105)
Can sıkıcı bir kişi olma. Tek meslekli yahut tek mevzulu bir adamın eğilim tarzı ciddiyet ifradına müsaittir. Bir fikrin kısaca ifade edilmesi, methiye [ve yerine göre pohpohlama] vasıtasıyla birlikte, gururu okşar ve daha iyi iş görür; adam terslikten kaybettiğini, bu sefer nezaket ile kazanır. İyi şeyler, kısa olduklarında, iki misli iyidir. Mükemmel özüt bir örnek, büsbütün karmakarışık teferruata karşı, çok daha olumlu ve çok daha tesirlidir. İyi bilinen bir gerçek şöyledir; bir meselenin muamelesinde veya resmi işleminde, haddinden fazla konuşan kimselerin arasında gereken akıl fikir seviyesi pek nadir bulunur. Herhangi bir şeyin ortasına konulan süsleyici bir eşya değil de, daha çok adeta bir çelme kapanı gibi işbaşında olan kimseler, faydasız bir kereste gibi herkesin yolunu tıkar. Arif sıkıcı olmaktan kaçınır, özellikle büyüklere karşı, çünkü onlar 'tamamıyla' meşguldür: onlardan sadece birini rahatsız etmek, çoğunluğu, yani onlardan gayrı kalanların hepsini rahatsız etmekten daha fenadır. Pekalâ söylenen, hemen derhal en erken söylenendir. Sıkıcı olmaktan kaçınmakta hikmet var. 



106)
Mevki itibarını merasime çevirme. Asaletinde, başkasını gölgede bırakarak ondan daha fazla parlamak, şahsiyetine çekicilik kaydetmez, aksine adeta hakaret edicidir. Önemli bir kişilik sahibi olduğunu sergilemek nefret uyandırıcıdır: Hâlbuki imrenti, gerekene elbette yeterlidir. İtibar peşinde ne kadar çok koşarsan, itibar senden o kadar çok uzağa kaçar, çünkü itibar başka kişilerin fikir hükmüne aittir. Satın alamazsın, zira başka kişilerden kazanmalı ve kabul buyurmalısın. Yüksek mevkiler, onları kâfi derecede ve randımanlı kılacak miktarda yetki icab eder; bunun haricinde, layıkıyla doldurulamazlar. Bundan dolayı, mevki görevlerini kusursuz icra edebilmek için, yeterli bir itibar birikimi topla ve muhafaza et. Kimseyi sana saygı duymaya mecbur etme, ama oluşturmaya gayret et. Mevki itibarında ısrar edenler, ağır yükten bunaldıklarını ve ona lâyık olmadıklarını bilip bilmeden ispat etmiş olurlar. Kıymeti belirli bir kişi olmak istiyorsan, tesadüfe bağlı harhangi birşeye borçlu olmadığını, gerçi kabiliyetlerinin gerçekten o yüksek değeri hak ettiğini herkese bildirmen ve onları buna inandırman gerekir. Krallar ve Sultanlar bile, tayin oldukları mevkilerden daha ziyade, şahsi niteliklerine duyulan saygıyı daha çok tercih ederler. 'O mevkiye müstahak' denilen bir kişiye itibar var. 



107)
Kendine olan itimadı ve memnuniyeti öyle ahım şahım gösterme, gerçi kendine olan herhangi bir hoşnutsuzluğu da, hele hele rakiplerine karşı, asla belli etme; zira, eğer yüreksiz bir kişi olduğuna dair bir lâf çıkarsa, kendini çok beğenmiş olduğuna dair bir dedikodu kadar fecidir. Kendini çok beğenmek genellikle cehaletten kaynaklanır. Eğer itibarımızı zedelemeseydi, faydasız kalmaz, aksine - epey neşeli bir cehalet olurdu! Başka kişilerde bulunan fevkalâde tekâmüle erişemediğinden, insan kendine has sıradan alelade kabiliyetlere razı olur. İtimatsızlık, yerine göre hem pişkin hem de yararlı olabilir; mesela, aksilik uğrayınca paçayı kurtarmak uğruna yahut bir teselli bulup katlandığından bir hâsılat payı çıkarabilme avuntusunda, kendine makul bir değer inşa edebilir. Zira talihsizlik, onun korkusunu çoktan tatmış olan bir adama beklenmedik bir sürpriz yapamaz. Ara sıra, arifler bile tövbeyle başlarını öne eğer, aynen tarihin en büyük kahramanları gibi, ki düştükleri ulvi eyaletten ve yanılsamalardan bir gün kurtulurlar. Herşey durum koşullarına bağlı: Bir yerde zafer terkip eden bir şey, başka bir yerde mağlubiyet tevlit edebilir. Aynen, bütünen ıslah olmaz ve akıllanmaz divaneliğin tam ortasında boş ve yoksun kalan, işte o kendini çok beğenme avuntusudur, ki çiçeklenir ve çiçeği açar, ama nafile, sonunda hepsi tohuma kaçar. Olgunluk taslamakta değil, olgunluğa erişmekte hikmet selameti var. 



108)
Büyüklüğe giden yol, birlikte, yanında diğer kişilerle gidilen yoldur. Böylece, ilişkiler sıhhatlidir, tavır ve iştahlar paylaşılır, ve aklıselim, hatta hüner bile farkedilmeden büyür. Bundan dolayı, bırak neşeli bir adam, ona karşıt yaradışlı kişilerle, mesela çok uyuşuk bir kimseyle, yoldaş olabilsin. Nitekim gayrı zecrî bir usulde, cevher-i ortalama, yani ikisi ortası, ideal olan şey elde edilsin. Diğer kişilerle anlaşmak çok yüce bir sanattır; çünkü, tersineleri tahavvül etmek dünyayı güzelleştirir ve ayakta tutar: Bu sanat, maddi dünyada ahenk tevlit ettiğinde, ahlâk evreninde nispeten daha da çok yükselir. Seçeceğin arkadaşlar ve müddeialeyhler, yani davana dost olanların arasında, bu politikayı kendine örnek edin; hülasa, aşırı uçları birleştirince, herşeyin daha faal orta yolu bulunur. Dostlarla birlikte büyüklüğe yürünen yolda aklıselim ve hüner hikmeti var.



109)
Durmadan kusur bulan tenkitçi bir kişi olma. Karanlık ve kasvetli kişiliğe sahip olan kimse herşeyde bir kusur bulur, ama bu şer güdüsünden kaynaklanmaz, zira o yaradılıştan böyledir. Bu tür insanlar, bazılarını yaptıklarından, diğerlerini ise yapacaklarından şüphelenerek, topyekün herkesi herhangi bir hayali suça derhal mahkûm eder. Bu gerçekten bir zillet belirtisidir, zira merhametsiz ve gaddar bir yaradılıştan daha kötüsüne sahip olduklarını gösterir. Suçlamaları o kadar abartılıdır ki, yüzünde zerre tanesi gibi ışıldayan bir sevinç ifadesini bile, adamın gözlerini oymak için iyi bir sebep sanırlar! Bu angaryacı işgüder kişiler cenneti bir cezaevine çevirmeye her zaman hazır durumdadırlar, ilavesinde eğer duyguları müdahale ederse, meseleyi hemen ifrada dökerler. Tam aksine, asilzade yaradışlı insanlar, niyetten kaynaklanmadıysa, belki ihmalden ileri gelmiş olan herhangi bir taksire, her zaman nasıl bir mazaret bulmaları gerektiğini iyi bilirler. Yüce gönüllü insanda iyi niyet hikmeti var.



110)
Sakın öyle batmakta olan bir güneş gibi kendini bekletme. Bir şey onu terketmeden, onun o şeyi terketmesi, arifin düsturudur.  Bir işin nihayetinde, kişi emeğinden bir zafer koparabilmeli; aynen güneşin en parlak vaktinde bile, çoğu kez kendi batışını gizlemek için bir bulutun arkasında istirahate çekilmesi gibi, ve böylece sanki batıp batmadığına dair bir kuşku yaratması gibi. Sonradan belanın örtbasıyla uğraşacağına, akıllıca aksilik ihtimallerinden geri çekil. Sana artık adamların yüz vermeyip mezara kadar taşımalarını bekleme; o vakit duyguda canlısın, ama itibarda müteveffa bir haldesin, yani bittin! Usta ve mahir eğitimciler, sahada düşüpte, istihzaya uğramalarını önlemek için, yarışçıların ayaklarını daha önceden çimene alıştırır. Güzel olan güzellik, kıracaksa, aynasını erkenden kırmalı; zira, geç kalırsa, o açık gözlere işte bu tehlike, sonra cefa ve yazık olabilir. Ariflikte, ve onun taliminde feraset var.  



111)
Dostların olsun. Bu ikinci bir mevcudiyet, yani ikinci varoluştur. Her dost dostuna iyi bir arif olmalı.  Onların arasında herşey iyiye döner. Her kimse diğer kişilerin arzuladığı kadardır; sana iyilik dilemelerini istiyorsan, onların kalplerini ve dillerini kazanmalısın. İyi bir yöneltmenin iyiye dönüşümü kadar güzel bir gözbağcılık çeşidi yoktur; dahası, arkadaşlık sevgisi kazanmak istiyorsan, her hareketinde dosta yakışır bir şekilde davranmalısın. Aramızda en çoğumuz ve en iyimiz bile diğer kimselerin itimadına ve ihtiyacına hem bağımlı hem de muhtacız; zira, bu hayatta ya dostlar arasında ya da düşmanlar arasında yaşamaya mecburuz. Dostluğa ulaşmasa bile, senin iyiliğini isteyen bir kimseyi her gün ara; bir deneme devresinden geçtikten sonra, çok geçmeden bunlardan bazıları seninle samimi arkadaş olacaktır. Dostlukta hayır, uğur ve hikmet var. 



112)
İyi niyet kazan. Zira ancak böyle, ilkinci ve en yüksek tevlit (yani sebep olan ilke), en büyük amacı önceden görür ve ilerlemesini sağlar. Bir insanın iyi niyetini kazandığında, onun hoş görüsüne de talip olursun. Bazısı, liyakate o kadar çok güvenir ki, atıfeti (yani karşılık beklemeden gösterilen sevgiyi) ihmal eder. Lakin arifler, muavenet yolunda, lütuf taşıtından yoksun bir yolun, gerçekten bitmeyecek kadar uzun olacağını bilirler. İyi niyet herşeyi kolaylaştırır ve telafi eder: bir sürü hediyesi de vardır, mesela cesaret, bilgi, coşkunluk ve gayret, hatta sağduyu bile heybesindedir.  Gerçi, kusuru pek görmez, zira onu hiç aramaz. Müşterek menfaatten kaynaklanır: Bu, maddi olabilir, yani yaradılıştan, vatandaşlıktan, akraba ve dostluk ilişkilerinden, anavatan sevgisinden, veya mevki sahasından. Ama, yapısal ve resmi de olabilir, yani birlik ve beraberlik paylaşımının en yüksek türünde ve, yetenek haddini, mecburiyeti, itibarı ve liyakati içerir. Bütünen en zor olan şey iyi niyeti elde etmektir; zira, onu barındırmak kolaydır.  Fakat, peşine düşmeli, bulunduğu vakit, birlikte ondan istifade edilmelidir. İyi niyet kazanmakta hikmet var.



113)
Muvaffakiyetin refahında, Sıkıntılı ve üzgün vakte hazırlıklı ol. Yaz vakti, kış levazımını tedarik etmek hem daha kolay hem de daha akıllı bir tedbirdir. Muvaffakiyet vakti ricalar ucuz ve dostlar çoktur. Dolayısıyla, kötü günleri göz önünde tutarak, bu gibi tanıdıklarımıza yakın kalmalıyız, zira sıkıntılı vaktin ücreti pahalı, kurtarıcısı ise nadir bulunur. Ambarında sana dost ve borçlu kişileri barındır ve kumbaranda mücevher gibi sakla; bir gün gelir fiyatları yükselir. Düşük zekâlıların hiçbir zaman gerçek dostları olmaz: talih gülümsediğinde, herhangi bir dostun farkına varamazlar; felâket uğradığında ise, dost sandıkları kişiler artık onları hiç tanımaz. En iyi günde, en kötü günün hesabına hazır olmakta hikmet var. 



114)
Asla gereksiz bir rekabet veya yarışmaya katılma; mal değilsin, at da değilsin, ve mübarek bir eşek de hiç olma! Her tür rekabetin itibara bir miktar zararı var; rakiplerimiz fırsat bulunca, gölgede bırakmak için, bizim itibarımızı karartır. Bunların çok az bir kısmı, şerefli bir kavga veya savaş peşindedir: Nezaket rızasının saklamak istediği hataları, rekabet açığa vurur. Rakipleri olmadıkça, çoğu kişi itibarlı ve rahat bir hayat sürebilmiştir. Çatışma kızışınca, rezalet, iftira, dedikodu, hatta utanç verici sırların bile mezarları kazılarak, çatışmanın hayat süresine, kendine has taze bir hayat süresi eklenir. Rekabet yarışması küçümsemeyle başlar, ve sadece gitmesi gereken yere değil, her nerede bir imkân fırsatı bulursa, hemen oraya koşar. Çoğu kez veya en çok olduğu gibi, ellerindeki taciz silâhları amaçlarına başarı sağlamadığı vakit, bu sefer rakiplerimiz, bu araçları intikam almaya yöneltir, ve hiç olmazsa, bizde itibarsız kalan bir şeyin kayıtsız da kalmasını önlemek için, en ufak tozunu bile, bu gereçler sayesinde silkelemeye devam ederler! İyi niyetli insanlar her an huzur içindedir; itibarı iyi ve asaletli insanlar iyi niyetli insanlardır.  Rakiplikte değil, iyi niyette huzur, itibar ve asalet hikmeti var.



115)
Tanıdık kişilerin kusur ve hatalarına, aynen çirkin bir surata alıştığın gibi, alış artık. Eğer biz onlara onlar bize birlikte yaşamak için mecbur ise, bu hepimize zaruridir. Bu dünyada öyle berbat ve kötü insan tipleri var ki, onlarla birlikte yaşaman mümkün olmayabilir, ama onlarsız da olmayabilir! Çirkin bir yüze alıştıkları gibi, ansızın mecburi böyle bir ihtimali önlemek zorunluluğunda kalmamak için, aklıselim, yani sağduyu sahibi kimseler, onlara alışırlar. İlk önce bu gibi karşılaşmalar iğrenti uyandırabilir, ama yavaş yavaş bu etkiyi kaybeder ve yansıma (derinden düşünme) iğrentiyi ya tedarik ya da misafir eder. İnsan kusurlarına hoş görü vasıtasıyla alışmakta hikmet var.

    
  
116)
Yalnız saygıya değer şerefli kimselerle hareket et. Sen onlara güvenebilirsin, onlarda sana. Anlaşmazlıklarda bile, onların davranışları haysiyetlerinin en iyi teminatıdır, zira hareketlerinde niteliklerine dikkat ederler. Bundan dolayı, bu gibi itibarlı kişilerle tartışmaya girmek bile, itibarsız kişileri yenmekten daha iyidir. Yıkılmış kimselerle cömertlik taslayamazsın, çünkü onlarda dürüstlüğe düşen bir rehin yoktur. Onların arasında hakiki bir dostluk kuramazsın; kandırırken ikna edici görünseler bile, anlaşmaları geçerli değildir, çünkü onlarda haysiyet duygusu noksandır. Bu gibi adamlarla işin olmasın; zira, itibar dürüstlüğün tahtı olduğundan, haysiyetin dizginleyemediği bir adamı, erdem katiyen dizginlemez. şerefli kimselerle hareket etmekte fayda var.



117)
Katiyen kendinden bahsetme. Eğer kendini översen, sana mağrur veya kibirli derler. Oysa, kendini ayıplarsan, bu sefer sana mankafa derler! Yani, bu durum kötüdür, ne duyurana ne de duyana yakışır. Günlük sohbetlerinde kaçınmanı gerektiren bu akılsızlık, ne kadar akıl kârı değil ise, resmi meselelerde ve topluma hitab ettiğinde, hiç ama hiç uygun olamaz. Aynı taktiğin kusuru bir adamın huzurunda onun hakkında konuştuğun vakit cereyan eder; iki çeşit ifrattan birinin içine düşme tehlikesiyle karşılaşırsın: yani ya “pohpohlama“ ya da “kınama” tuzağına kurban olursun. Kendine dair gevezelik yapmakta hikmet yok, ama itibar kaybetme tehlikesi var.



118)
Nezaket İtibarını elde etmeye çalış, bu seni sevdirmeye yeterlidir. Kültürlü olabilmenin ana maddesi kibarlıktır: Sihir gibi, muhakkak herkesin rızasını kazanır; gerçi nezaketsizliğe başvurulursa, rağbetten düşer ve muhaliflerine mağlup olur; bu sonraki, gururdan kaynaklanırsa, iğrenç ve berbattır; kötü bir yetiştirmeden ileri geliyorsa,  adi ve alçakçadır. Bol nezaket en az eksiğinden bile daha iyidir; gerçi herkese aynı miktarda olmamalı, zira o takdirde haksızlığa doğru alçalıp yozlaşır. Ona cazip muhalifler arasında özellikle yiğitlik delili olarak gereklidir. Masrafı azdır ama yardımı çok: itibarını paylaşanlar itibar görür. Kibarlık ve itibarın şu avantajı vardır: diğerlerine gösterene yerleşir ve onda kalırlar. Nezaket İtibarını elde etmekte hikmet var.



119)
Sevilmemeye uğramaktan kaçın. Nefret peşinde koşmaya lüzum yok, sen aramasan bile o sana çok çabuk yetişir cinstendir. Nedenini bilmeyen, gerçi kendi kendiliğinden nefret eden birçok insan var. Onların kötü niyeti bizim hoş görümüzü aşar. Onların kötü tabiyatı, açgözlülük hevesi ile kazanacakları avantaja nazaran, diğerlerine zarar vermeye çok daha müsaittir. Bazısı herkesle kötü bir durumda kalmayı becerebilmiştir, çünkü her zaman kendi sinir bozukluğunu ve aksiliği ya üretirler ya da bizzat onların tam içinde yaşatırlar. Bir defasında bile olsa, nefret kök saldığı vakit, kötü bir itibar gibi, kökünden söküp atmak zordur. Arif adamlardan korkulur, kötü niyetli hainler nefret uyandırır, cahillere tepeden bakılır, soytarılar küçümsenir ve hor görülür, garipler ise ihmal edilir. Bundan dolayı, hürmet et ki sana hürmet edilsin; saygıya değer bir kişi sayılmak istiyorsan, saygı göstermelisin. Nefrete mâni olmakta hikmet var. 



120)
Hayatımızı pratik, yani kolaylıkla uygulanabilir, kullanışlı bir şekilde yaşamalıyız. Bilim bile modaya uygun olmalı, çünkü olmadığı takdirde cahillik ile yer değiştirecek seviyede zekidir. Düşünce ve iştah zamana göre değişir.  Kendi düşünce alanında pek modası geçmiş bir batağa saplanma, iştahın ise, en modern usule uygun olsun. Herşeyde çoğunluğun tercih ettiği ağız tadı en çok oy alandır; dolayısıyla şimdilik, belki daha yüksek şeylere rehber olur umudunda, peşinden gitmelisin. Geçmişteki daha güzel görünse bile, vücudunda giyip kuşandığın süslemeler gibi, aklına koyduklarında da, bugünküne, yani şimdiki zamana intibak etsin ve ona göre uygun olsun. Gerçi bu kural iyilikseverliğe şart konulamaz, zira iyilik her zaman aynı değere sahiptir. Bugünler belki ihmal edildiğinden, demode olmuş  bir görüntü verebilir. İyi insanlar arasında, doğruyu söylemek ve sözünü tutmak, sözde geçmişte kalan güzel günleri hatırlatır ve onun için daima sevilir, ama buna rağmen, günün modasına uymadığından, artık kimse pek taklit bile etmez. Bu ne talihsizliktir ki, çağımızda, fazilet yabancılık çekerken, şer ve kusur gayet tabii bir gidişat sayılır! Akıllıysan, eğer yaşanılması gereken bir kişi gibi yaşayamıyorsan, o halde yaşayabildiğin gibi yaşa.  Kısmetin esirgediklerine değil, sana bağışladıklarını aklında tut ve daima şükret. Modern hayatta da hikmet fırsatı var.



121)
Seni alâkadar etmeyen bir işi, kendine iş edinme. Bazılarının dedikoduya döktüğü her bir şey, diğerlerine bir iş olur. Hep üstten atarlar ve herşeyi ciddiye alırlar; üstelik, bunu ya münakaşa ya da gizeme atfederler. Uzak durulabiliyorsa, bu gibi baş belası şeyler pek ciddiye alınmamalıdır. Geride bırakman gereken bir şeyi kalbinde taşımak abestir. Kendi haline bırakıldığı için, az ama öz bir şeyden, en çok beklenen nafile olurken; hiçbirşey beklenmeyen, gerçi epey ehemmiyet gören bir şey, istenmedik sayıda çoğalabilmiştir. Başlangıçta hemen hemen herşey kolaylıkla düzeltilebilir; ama sonradan, iş bittikten sonra, katiyen olmaz. Çoğu kez, hastalığın sebebi verilen şifadan ileri gelebiliyor. Onun için, bazen herşeyi kendi halinde bırakmak en kötü bir hayat şartı sayılmaz.  Başkalarının değil, kendi işlerinle uğraşmakta hikmet ve hayır var.



122)
Söylevinde ve hareketlerinde farkedilerek yüksel. Bu yolda birçok yerde mevki kazanırken, en öncelikli saygıyı hak edersin. Bu herşeyde kendini belirtir, mesela konuşmanda, bakışında, hatta yürüyüşünde bile aşikârdır. İnsanların kalplerini fethetmek büyük bir zaferdir; bu fiyakalı bir söz yahut küstah bir cüret sayesinde olmaz, ama yüksek kabiliyetten kaynaklanan iktidar nefesi, hakiki liyakat ile birleştirilince, evet gerçekleşebilir, ve bunda hikmet var. 



123)
Taklitçilikle uğraşma. Liyakat ne kadar yüksek ise, taklitçilik işte bir o kadar alçak seviyededir, zira taklitçilik herşeye kaba gelir ve tatsızlık katar. Başkalarında bezginlik uyandırırken, taklit alanına düşene baş belası olur, umursanmaya şehit düşer ve bu işin çabasında adam kendine işkence eder. En saygın liyakatliler, bundan en çok kaybedenlerdir; doğal değil, gururlu ve sahte görünürler, gerçi doğal her zaman yapmacığa nazaran daha çok hoşlanandır. Erdemli olduğunu taklit eden bir kişide, erdem bulunmadığına dair duyduğumuz duygu her zaman kendinden emindir. Bir şeyde ne kadar çok zahmet edersen, bir o kadar bu zahmeti gizlemeye çalış, böylece hiç olmazsa, anında senin doğal şahsiyetinden kaynaklanıyor gibi görünsün. Taklitçilikten hep kaçın, aynı zamanda, samimi olduğunu gösterirken, kazaen sahte bir tavır hatasına sakın düşme. Hikmet sahibi bir kimse, çoğu kez görünüşünde, kendi liyakat değerini pek bilmeyen bir kişi gibi görünür, ama bu zararsız kendine ehemmiyetsizlik hali, diğerlerinde bunun tam karşıt algısını bırakır, nitekim hikmet varlığına ilgi uyandırır. Kendisi hariç, herkesin fikrinde kemale erdiğinin kanıtını bırakan bir kişi, iki katı büyüktür ve yücedir, zira, iki aksi yoldan alkış kazanır.  Yapmacık tavırdan sakınmakta hikmet hediyesi var.



124)
Kendini arat. Bu çok az kişiye miras kalır; arife kalmışsa, bu ona mutluluğun zirvesidir. Bir kişi ona düşen işi bitirdiği vakit, genel kurala göre artık o işten soğumuştur.  Ama iyi niyetin mükâfatını kazanmanın daha başka yollarıda var. Bunun en emin yolu, makamında ve kabiliyetlerinde mümtaz, yani seçkin olmaktır; buna iyi huyluluğu eklersen, öyle bir noktaya gelirsin ki, makam sana muhtaç olmadığı halde, sen o makama lâyık olursun. Bazıları makamlarını şereflendirir, diğerleri ise, tam aksine utandırır. Az verimli halef, yani vâris, ondan çok daha iyi bir selefin, yani ondan önce gelenin, yokluğunda değerini yükselttiyse, bunda kimseye bir kazanç yoktur, zira bu durum sonrakinin aranıldığına dair belli bir işaret kaydetmez, sadece şimdikinin defolmasını dileyen bir arzuhal gibidir. Makamına lâyık olmakta hikmet var.



125)
Kara listeci olma. Bu, lekelenmiş bir ismin, kötü namlı bir başkasıyla alâkalı olduğuna işaret eder. Bazıları kendi lekelerini başkalarında temizlemek veya saklamak isterler, hiç olmazsa, orada bir nevi teselli mükâfatı almak peşindedirler - gerçi, bu teselli, maskaralara özgü bir tesellidir. O pislik kokan nefesleri, bütün kentin rezalet lağım borularını baştan başa döşer. Bu durumda ve bu meselelerde, birisi ne kadar kurtlanırsa, kendi kirini bir o kadar daha fazla artırır. Bir yerinde leke olmayan çok az kimse bulunur, ama yalnız çok az tanınan kimselerin zaafiyetleri çok az bilinir. Öyleyse dikkatli ol, ve hataların sicil kâtibi olmaktan hep kaçın.  Bu, menfur, yani çok kötü bir şeydir, zira kalpsiz bir adamın doğal yaşantısını sergiler. Karalama yapmamakta insaf ve hikmet var. 



126)
Budalalığı oluşturan şey, budalalığın icraatinde değil, yaptığın vakit, onu saklayamadığından ileri gelir. Arzularını kilitlemelisin, ama noksanlarını onlardan daha da çok kapatmalısın. Bazen herkes herhangi bir hataya düşebilir, ama akıllılar hatalarını saklamaya çalışır, gerçi maskaralar onlarla övünürler. İtibar, gizlenen şeye, icraat edilen şeyden daha fazla muhtaçtır; eğer bir kişi namuslu yaşayamıyorsa, ihtiyatlı yaşamalıdır. Büyük adamların hataları gökyüzündeki yüce ışıkların tamamen kararması gibidir. Esas arkadaşın dahil, kusurlarını her dostuna açıklamak pek nadirdir. Hayır efendim, mümkünse onları kendinden bile saklamak gerek. Burada, diğerlerinden daha başka, gerçi onlar kadar büyük olan bir hayat kuralı, yardımımıza koşuverir, der ki: “Unutmayı Öğren.” Kusurlarını telâfi etmek marifet gerektirir, o marifette öğreti ve hikmet var. 



127)
Herşeyde zarafet, letafet, incelik, inayet ve atıfet, şükran, lütuf, merhamet ve bağışlama, cömertlik, asalet, rahmet ve fazilet lüzumludur. Bunlar yetki ve kabiliyetin hayatı, söylevin nefesi, hareketin ruhu, ve süslenen güzel şeylerin en güzel süsüdür. Kemale ermek, yaradılışımızın süslenmesidir, ama bu aynı zamanda tamamlanmanın kendine has bir süsüdür. Düşüncelerde bile kendini gösterir. Tahsile an az borçludur, çünkü bu, en çok bize tabiatın verdiği bir hediyedir; eğitimden bile daha üstündür, zira ona çoktan galiptir. Rahattan daha rahattır, bedavaya ve kolaylığa yaklaşır, utancı örtbas eder ve ondan kurtulur; nihayet, kusursuzluğa ekleyeceği tamamlayıcı bitiş cilasını sürer ve geçer. Onsuz güzellik cansızdır, zarafet zarafetsizdir: yiğitliği, takdir yetkisini, tutumluluğu, hatta Haşmetmeaplığın ta kendisini bile aşar. Sevketmenin en kısa yolu, mahcubiyetten kurtulmanın ise, en kolayıdır; bunda hep hikmet var. 



128)
Âlicenap bir kişiyi en iyi tanıtan nitelik, cömert, şerefli ve onurlu bir kişi olduğudur. Efendi ve kibar adamın ilkel özelliklerinden biri işte budur, zira sayesinde her çeşit asalet mahmuzlanır. Dolayısıyla hayat iştahının değerini artırır, kalbi asalet ile yüceltir, aklı ihya eder - yani tekrar diriltir ve tazeler, duyguları tasfiye ve rafine eder, itibar vakarını - yani ağırbaşlılığı daha da çok kuvvetlendirir. Onu içinde barındıran herhangi bir kimseyi kaldırır ve yüceltir, bazen talihin kötüye düşen dönemeçlerine bile hem deva olur hem de çare bulur. Fiili icraatında yapamadığını, faaliyet alanında tam olarak iradesinde bulur. Yüce gönüllülük, cömertlik, ve bütün kahramanlık nitelikleri, sayesinde kendi kaynaklarının ondan aktığını anlarlar. Âlicenap bir kişide hikmet var. 



129)
Asla ve katiyen şikâyet ederek, yakınma. Şikâyetçi olmak, her zaman itibarsızlık getirir. Daha iyisi, onların şefkatine amaç olacağına, başkalarının hissiyatına karşıt, kendine olan itimadın örneği olmaktır. Bizi duyan bir kişide şikayet etmekte olduğumuz şey hakkında adeta yeni bir yol açılır, ve olası herhangi bir hakaret algısı, diğer bir aşağısamanın ortaya çıkmasına sebep olur. Geçmişteki kusur ve suçlardan şikayet ederken, gelecektekilerine fırsat doğabilir, keza yardım ve nasihat ararken, onun yerine sadece ilgisizlik ve hor görü elde ederiz. Daha maharetli ve siyasalı, bir adamın iyiliklerini övmektir, böylece bunu gören diğer kişiler aynısını tekrar etmeyi gereksinir. Aramızda o an bulunmayan bir kişiye olan iyilik borçlarımızı, şimdi önümüzde duran bir diğerine tekrarlamak, bu adamdan aynılarını talep etmek gibidir, böylece birinde biriken itibarı diğer bir kişiye adeta satmış oluruz. Bundan dolayı, açıkgözlü kurnaz bir adam, dünyaya asla kusur ve hatalarını neşretmez, gerçi yalnız nezaket nişanlarını, dostluğu canlı tutmak ve düşmanlığı susturmak amacında, her tarafa hizmet etmeleri için hayata geçirir. Yersiz yere şikayet etmemekte hikmet var.



130)
Yaptıklarını, faaliyetteyken görsünler. Herşey olduğu gibi değildir, zira göründüğü kadar geçerlidir. Faydalı olmak ve senden faydalanılacak bir kişi olduğunu gösterebilmek, beceri istifadesinin bir değil, iki mislisidir. Görünmeyen bir şey, yok gibidir. Doğruluk bile, doğru gözükmediğinde, hak ettiği önemsemeyi alamaz. Dikkat edenlerin sayısı, görüntüden aldananların sayısına nazaran, çok daha azdır. Tünek hilenin hükmünde kalmışsa, ceketin görüntüsü bir cisme yargı uyandırsada,  çoğu nesne verdikleri görüntüden daha başka bir şey halindedir. Gerçi dış tarafımızın güzelliği, içte mükemmelleşenin en iyi tavsiye belgesi gibidir, ve bunda hikmet var. 



131)
Şeref verici duygular ne kadar güzel, değil mi? Haysiyeti efendilik hareketlerine güden belli başlı gerçi epey farklı bir ruh hali var, ki tüm şahsiyete bir nezaket havası gibi eser. Herkeste pek sık bulunmaz, zira yüce gönüllülüğün en büyüğünü daha önceden farzeder. Onun başlıca özelliği düşmanı hakkında iyi şeyler söylemesi, hatta ona karşı en iyi şekilde davranmasıdır. Ancak, intikam fırsatı doğunca en parlak ışığını saçar ve bu fırsatı katiyen elinden kaçırmaz; ona beklenmedik bir cömertlik sunmak için, eksiksiz bir zafer gibi yönetir ve geliştirir. Bu pekâla bir siyasi yumruktur, yok canım, esasında devletçilik sanatının ta kendisi, gerçi ta zirvesidir. Zafer kazanmak için iddia ve hileye başvurmaz, zira hiçbirşeyde iddiaya girmez, böylece hak ettiği hisseyi aldıktan sonra, liyakatini hemen örter. Şeref verici duygularda liyakat hüneri ve hikmeti var. 



132)
Yargılarını tekrar gözden geçir. Bir iç Temyiz Mahkemesine müracaat edebilmek, herşeyi olası herhangi bir tehlikeden daima korur. Özellikle davanın gidişat seyri kolaylıkla anlaşılır olmadığında, fikrini saptamak veya düzeltmek için zaman kazanırsın. Üstelik, yargını kuvvetlendirmek veyahut teyit etmek için, yeni bir zemin hazırlanır. Dahası, bu durum, bir hediye meselesi ise, gecikmeden verilen hediyeden daha ziyade, gerçekten iyice düşünülüp verildiği için, hediyenin kıymeti saygıya değer, daha üstün bir nitelik kazanır. Ve, eğer reddetmen gerekiyorsa, lezzetini kaçırmaması için, “Yok, Olmaz, veya Hayır” suretinde vereceğin bir cevabın, nasıl ve ne zaman gibi sorularına, bu hususta olgun ve belirli bir karara varıncaya kadar, yeterli bir vakit daha kazanırsın. Yanı sıra, ve buna ilâve, kızgın kafanın ateşi söndüğünde, reddetmenin uyandırdığı hezimetin şiddeti soğukkanlılıkta daha az hissedilir. Fakat, özellikle bir adam cevap vermende ısrar ediyorsa, en iyisi ertelemektir; zira çoğu kez, karar, bazen olumlu bazen olumsuz olacağından, bu zararsız gerçi yanıltıcı hareket, karşındakinin ihtimamını, yani özenini, silahsızlandırma gayesinde gayet uygundur. İç Temyiz Mahkemesine başvurmakta hayır ve hikmet var. 



133)
"Akıllı ama yalnız kalacağına, en iyisi bütün dünya ile divane gibi huysuzlaşıp bozuşmaktır." Siyasetçiler böyle diyor. Herkes bunda hemfikir ise, ve mademki münferit, yani yalnız yaşayan bir ilim adamı, artık divane sayılıyor, öyleyse, herhangi bir kişi tüm ötekilerden daha fena bir vaziyette olamaz. Demek ki, akıntıya yelken açmak işte bu kadar önemli. En büyük irfan, çoğu kez, cehalete veya onun rolünü oynamaya mecburdur.  Kişi, diğerleri çoğunlukla cahil olsa da, onlarla yaşamaya zorunludur. “Tamamen yalnız başına yaşamak, ziyadesiyle aynen bir ilah gibi, ya da tamamen vahşi bir hayvan gibi yaşamaktır.” Ama ben bu vecizeyi şu cevap ile altüst edeceğim: “Tamamen tek başına ortada bir maskara gibi kalacağına, en iyisi çoğunlukla irfan sahibi ol.” Dikkat ediniz, orijinal olma gayesinde koşarken, ağzından ateş püsküren mitolojik canavarları burada, daima arayan hikmetsiz kimseler var. 



134)
Yeteneklerini iki misli kıymetlendir. Öylelikle, hayat değerini iki katına çıkarırsın. En seçkini olsa dahi, itimat tek bir yetenekte kalmamalı ve de tek bir şeye borçlu olmamalı. Herşey çiftleşmeli, özellikle, başarı, tercih ve saygının nedenleri. Tüm varoluşu sınırlandırdığı gibi, ay’ın değişkenliği herşeyi aşar, bilhassa en kolay kırılanlar arasında, insan iradesine en çok yükümlü olan şeyleri. Hikmet sahibi kimsenin dikkati bu kararsızlığa karşı kendini muhafaza etmeli; bunun hayati şartı ise, ambarında güzel ve elverişli niteliklerin iki mislisini bulundurmaktır. Böylece, doğa vücudumuzun en önemli gerçi tehlikeye en çok maruz kalan çiftleşmiş kısımlarını bizlere nasıl bağışladığıysa, Sanat da, başarı için zaruri olan niteliklerimizi aynı miktarda tutmalıdır. Yeteneklerimizi iki katı yükseltmekte hikmet var. 



135)
Aykırılık ruhunu besleme. Bu huysuz bir maskara olduğunun ispatıdır, ve sağgörü en gayretli bir şekilde bundan korunmalıdır. Herşeyde engellere işaret etmek, senin kurnaz bir adam olduğunu taahhüt edebilir, ama bu tür çekişme seni aptallık kaydınada geçirebilir. Bu gibi kimseler, en zevkli sohbeti adeta bir muharebe taklidine çevirir, ve bu tarzda, dostları olmayanlarla değil, onların yerine, en yakınlarına düşman gibi davranırlar. Aykırılığın eğlenceye çevirdiğini, metanet, çoğunlukta zarafete rendeleyendir. Vahşi hayvanı evciliyle birlikte aynı boyunduruğa koşmak, ancak hem aptal hem de insafsız kimselerin yapacağı bir iştir, bunda hikmet yok, ama epey maskaralık ve gaflet var.



136)
Kendini herşeyin orta merkezine yerleştir. Böylece herhangi bir meselenin nabzını yoklayabilirsin.  Bazen çoğumuz, daha gerçek konunun ehemmiyetini hiç anlamadan, ya lüzumsuz tartışmaların şubelerinde ya da can sıkıcı laf kalabalığında yolumuzu kaybederiz. Bir tek noktanın üstünde yüz kere duranlar, hem kendilerini hem de diğerlerini iyice usandırır, ve bütünen önemli olan meselenin merkezine katiyen dokunamazlar. Bunun sebebi, kendilerini çıkaramadıkları akıl şaşkınlığından ileri gelir. Bir tarafa bırakmaları gereken meselelerde hem vakitlerini hem de sabırlarını harcarlar, nitekim ayırabildikleri şeylere, artık kendilerini esirgeyemezler. Yerleşken orta merkezde oldukça, o muhitte marifete hikmet fırsatı var.  



137)
Bilge kendine yeterli olmalıdır. Kendinde her şeye her zaman yeterli olmuş olan bir kimse kendini taşıdığı gibi her şeyi taşımıştır. Eğer evrensel bir dost dünyayı ve onun başkentini temsil edebiliyorsa, o zaman bu adam kendine evrensel bir dost olsun, ancak bu takdirde kendi başına yaşama mertebesini hak edecektir. Eğer ondan başka birinde bu temiz berrak akıl ve pekâlâ çeşni yok ise, bu tür bir adam kendinden başka kimi arayabilir? O zaman, en derin mutluluk içinde ve adeta ulu bir varlık gibi, artık sadece kendine itimat edebilir. Tek başına yaşayabilen bir kimse hiçbir şeyde vahşi bir hayvanı andırmaz, gerçi çok şeyde bir bilgeye ve her şeyde bir tanrıya benzetilebilir. Bilgede kendine mahsus yeterlilik hikmeti var.



138)
Herşeyi kendine göre olduğu gibi bırakmanın bir marifeti var. Resmi ve şahsi hayat dalgaları vahşileştikçe, bunun önemi daha çok artar. İnsan ilişkilerinde kasırgalar çıkar, şiddetli duygu fırtınaları eser; bu ihtimallere karşı, çapayı atıp rıhtıma geri çekilmek, en akıllı bir seçenektir. Bazen şifası sanılan şey, hastalığı daha kötü eder: bu gibi durumlarda, vakayı doğal gidişatına ve zamanın ahlâk rızasına bırakmalı. Akıllı bir doktor teşhisine ne zaman reçete yazması gerektiğini en iyi bilendir, gerçi bazen herhangi bir derde deva uygulamamak daha büyük maharet icab eder. Terbiyesizlerin fırtınalarını durdurup yatıştırmanın en uygun yolu, o işten senin elini geri çekerken, onlara kendi imkânlarıyla kendilerini teskin etme fırsatını tanımaktır. Şimdilik yol vermek, çok geçmeden fethetmektir. Pınar, ufak bir çubuk ile çok az karıştırılsa bile, hemen bulanır, ancak biz onu kendi haline bıraktığımız vakit temizliğe kavuşur. Bazen, fesata en iyi deva, kendine has bir gidişat vasıtasıyla fesat onda tükenirken, adamın şahsına lâyık bir huzura kavuşmasını beklemektir. Bir şeye karışıp fenalaştıracağına, ona ta baştan hiç karışmamakta hikmet var. 



139)
Şanssızlık günleriyle tanış. Onların varlığı hakikidir.  Hiçbirşey onların refakatinde iyi gitmez. Vaziyet değişsede, kötü şans artakalır. Bugün şanslı olup olmadığını denemek için, bir şeye iki defa teşebbüs etmek yeterli denilebilir. Herşey değişime tabi: hiçbir kimse mütemadiyen daimi arif kalamaz; zira, tesadüfün bunda epey söz hakkı bulunur, üstelik şuurumuzda, hatta bir kağıt kalem ile kendimizi izah etmeye çalıştığımız yetenekte bile, bu gerçek hep böyledir. Tamamı ile mükelleşme, zamana bağlı olduğundan, güzelliğin de kendine has bir müddeti vardır. Bilim dahil, bazen ya çok ya da çok az iş yaptığında, o da neticede başarısız kalabilir. Bir şeyin iyi bir sonuca varabilmesi için, ona ayrılan özel bir günde yapılması gerekir. Bundan dolayı, bazısının herşeyde her işi kötü sonuç alırken, diğerlerinin, en az zahmet ettikleri halde, bütün işleri tamamen pekâlâdır. İşte bu diğer kişiler, herşeyi hazır bulur, zekâları dakik, onlara nezaret eden dehaları lehte, şans yıldızları ise, hep yükselmekte gibidir. Bu tür esnalarda, kişi duruma hakimiyet sağlamalı ve en küçük tesadüf fırsatını dahi, elinden asla kaçırmamalıdır. Fakat, akıllı bir adam, günün şansını sırf iyi veya kötü bir kısmet diliminin kararına adamaz, zira birisi sadece şanslı bir tesadüften, diğer ötekisi, ufak bir sıkıntıdan ileri gelebilir. Kötü günden ibret alınacak hikmet dersi var.



140)
Bir şeyde iyiyi hemen bulmalısın. Güzel çeşni sahibi olanın avantajı budur. Arı ancak kendi peteğine bal döker; gerçi sürtünen yılan, yarasına sadece zehrini nakleder. İşte çeşni hali de böyledir: bazısı iyiliğin, diğerleri kötülüğün peşinde koşar. İyiliği olmayan hiçbirşey yoktur, özellikle düşünce besleyen kitaplarda - bu en çok doğrudur. Gerçi, çoğunda öyle bir koku sezisi vardır ki, binlerce fazilet niteliklerinin arasında, yalnız bir noksana takılıp kalır, aynen leşle beslenen bir hayvan gibi, insanların akıl ve yüreğinden geçen bir kusura kabahat üretme hevesinde, ellerine düşen herhangi bir çöpü durmadan karıştırırlar. Böylece, hataların bir nevi bilançosunu çizerler, ama bu onların zekâlarına itibar kazandıracağına, yerine kötü bir çeşniye sahip olduklarını kanıtlar. Çok kederli bir hayat sürerler; çünkü başka kişilerin çöpünden beslenip, semirirken, ancak şiddetli acılardan kendilerine gıda sağlayabilirler. Bunlara karşılık, bir fırsat tesadüfü olsa da, binlerce noksan ve hata arasında tek bir güzelliğe müptelâ olan şahıslar, daha şanslı bir çeşni niteliğine sahip olduklarını ispat etmiş olurlar. Anında iyiyi keşfetmekte hüner ve hikmet var. 



141)
Kendini dinleme. Başka kişileri hoşnut edemiyorsan kendini hoşnut etmenin bir faydası olmaz. Kendinle haddinden fazla memnun olmanın cezası, geleneksel kurallara göre, herkes tarafından hor görülmektir. Kendine ödemekte olduğun alâkayı belki büyük bir ihtimalle başkalarına borçlusun. Hem kendinle konuşmak hem de kendini dinlemek iyi bir sonuç veremez. Eğer yalnız kaldığın vakitler kendinle konuşmak yanlış bir maskaralık ise, başkalarının huzurunda kendini dinlemek, akılsızlığın iki mislisi sayılmalı. Büyüklerin sohbetlerindeki zaafiyetlerden bazısı, şu tekrarladıkları “bahsettiğim gibi” veya “ha?” dedikleri zaman, onları dinleyenleri ürken laflarda belirir. Her cümlenin sonunda hep pohpohlama ve alkış beklerler, ki bu akıl sahibi kimselerin sabrını taşırır. Aynı zamanda, bu kibirli kişilerin sesinde eko vardır, yani aksiseda ile konuşurlar.  Sohbetleri, adeta yere basmadan yürümek için kullanılan ortası basamaklı sırık gibi - sallandıkça, her sözde lakırdıları aptalca yapılan bir “bravo” övgüsünün muavenetine ihtiyaç duyar. Yuh olsun!  Böylelerinde hikmet noksan, ama çok iğrenç bir kibir alameti var. 



142)
Sana rakip olan bir kişi senin attığın doğru bir adımı tahmin etti diye, inat olsun diyerek kendini katiyen yanlış bir seçeneğe düşürme. Zira, bu kavgaya şimdiden yenilmiş başlarsın ve çok geçmeden ondan rezil olmuş bir şekilde göç edersin. Kötü silahlarla dava asla kazanılmaz.  Rakibin ilk baştan en iyi tarafı ele geçirmesi gayet kurnazca bir şeydir; zira, nihayetinde kötüsüyle arkada kalması hatalı olur. Bu tür inatçılık laftan ziyade, fiilen daha tehlikelidir, çünkü faaliyet sözden daha çok zarara uğrama tehlikesiyle karşılaşır. Genel olarak, inatçı bir kişinin düştüğü yanlışlık, doğru bir şeye aykırılık yaparken, istifadeli bir şeyde münakaşa ederek kaybetmektir. Arif bir insan, kendini katiyen duygularının kontrolüne terketmez. Yerine, önceden keşfederek yahut sonradan düzelterek, doğruluğun davasını daima destekler. Eğer düşman bir budala ise, tam tersine dönerek en kötü yolda yürüyecektir. Böylece, onu daha iyi bir yoldan mahrum etmek, o yola kendini koymaktır.  Zira, o hatalı kişinin aksi tutumu, bu yolu terketmesine sebebiyet verecek, neticede onun inatçılığı, bunu yaptığı için cezalandırılacaktır. İnat uğruna doğru yoldan yanlış yola sapmakta hikmet yok, ama hayati hata var.



143)
Basmakalıp bayatlamış bir şeyden kaçınmak uğruna, sakın kendini mantığa aykırı görünen fakat hakikatte doğru olabilen bir düşünceye, yani paradoksal bir tuzağa düşürme. Bu ifratların her biri itibarımıza zarar verecek niteliktedir.  Akla uyguna aykırı kalan herbir girişim budalalığa yanaşandır. Paradoks hiledir.  Önce, yeniliğinden ve keskinliğinden dolayı, alkış kazanır; ama nihayetinde, bu geçici itibarı kesinlikle kaybedecektir; zira, eninde sonunda, hilekârlığı önceden sezilecek ve ne kadar boşuna bir çaba olduğu aşikâr bir hale gelecektir. Bu hokkabazlık cinsindendir. Siyaset meselelerinde, devletlerin iflâs durumunda olduklarını kanıtlar.  Pekalâlığın doğru yolunda yüksek faaliyetlere erişemeyen ya da buna cüret edemeyenler, genellikle dolaylı ve paradoksal bir yolu seçerler, nitekim, maskaralar buna hayrın kalır - gerçi bu netice, hikmet sahibi kimseleri adeta hakiki bir peygamberlik mertebesine yükseltmiş olur. İddia ettikleri yargı kararı dengesizdir, ve eğer tamamen yanlış bir temele dayalı değilse, kesinlikle kesinsizlik üzerine inşa edilmiş olduğundan, hayatın çok daha önemli ve çok daha ağır meselelerini tehlikeye sokar. Paradoksal tutumda hikmet yok, yerine hilesinde tuzak var. 



144)
Seninkiyle bitirmek için bir başkasınınkiyle başlayıver. Bu işlem elde etmek istediğin bir sonucun siyasi aracıdır.  Öteki dünya meselelerinde bile, müslüman evliyalar bu mübarek marifete ehemmiyet verirler. Gerçeği gizlemenin bir nevi en ağır parçası gibidir.  Zira, bu durumda, önceden görülen bir avantajın, diğer bir kimsenin iradesini etkilemek için adeta bir yem gibi hizmete geçirilmesini sağlar. Onun hayat davası, ona vagona yerleştirilmiş gibi görünürken, esasında bir başkasınınkinin yolunu çekmektedir. Özellikle tehlikeli yerlerde, saklı ve örtülü tedbirler almadan katiyen ilerlememelidir. Aynen başlangıçta hep “Hayır” diyen kişilerle olduğu gibi, hemen bu darbeyi önlemek en yararlısıdır; çünkü, senin ikazın onlara kısaca takdim edildiğinde, büyük hacmininin ne kadar dar bir süzgeçten geçtiğinin farkına varamazlar, ve böylelikle daha detaylı bir izaha ihtiyaç kalmaz. Kural olarak, bu nasihat ikincil düşüncelere aittir, ki hayatın en mahirâne manevralarını kapsar. Bazen gerçeği örtülü bir şekilde yansıtmakta ariflik hikmeti var.



145)
Parmağın yaralı ise, onu kimseye gösterme! Zira herşey gelip ona toslayacaktır. Bu durumda, şikâyet etmekten de sakın, çünkü şer, her zaman zaafiyetin en çok zedeleneceği noktaya doğru hücum eder. Canını sıkmak, sinirlenmek ve darılmak faydasızdır: zira, akabinde dedikoduya da düşünce, canın daha da çok sıkılacaktır. Kötü niyet tırmalayabileceği yaraları kaşır; oklarını huyunu tetkik edebilmek için bir deney hedefine yöneltir; ve, binbir çeşit yoldan, bulduğu yeri arı gibi çabucak ısırır. Ama, arif asla vurulduğunu belli etmez, herhangi bir çeşit şahsi veya irsi şer tesadüfüne uğradığını kimseye yaymaz.  Zira, bazen kader bile bizi en zayıf yerimizden yaralamak ister. Kader, yaralanan eti, nefsin isteklerini kırdığı gibi, çürütür.  Bundan dolayı, birinin sürmesini oysa diğerinin bitmesini arzu ediyorsan, katiyen bu tür olası neşenin veya çürüklüğün kaynağını dışa vurup açıklama -  zira işte orada, gizem hikmeti var. 



146)
Her şeyin içeriğine özen ver. Nesne, umumiyetle göründüğü gibi değildir.  Cehalet, kabuğun içindekine hiç bakmaz, ama tohumu görünce şaşkına döner.  Yalan hep en önce gelendir, maskaraları tamir edilemez kabalıklarından yakalayarak sürükler gider. Doğruluk, her zaman en son gelendir, ve Zamanın kolundan destek alarak topallaya topallaya yürür.  Onun için arif, Yaradanın akıllıca çifte bağışladığı bir öteki yarımının kudretini yedekte tutar. Hile çok sahtedir, bu yüzden sahtelik kolaylıkla hilenin ta içine düşebilmiştir. Sağgörü, basiret niteliğinin ta kendisi olduğundan, tutumluluğun oyuklarında tekaüte çekilmiştir, buralarda sadece arif ve bilgeler tarafından ziyaret edilme hürmetine lâyıktır. Her şeyin içeriğine bakmakta hikmet var.



147)
Erişilemez veya yanına varılamaz bir kişi olma. Hiç kimse diğer kimselerin nasihatine muhtaç olmayacak kadar akıllı değildir. Hiç bir kimseyi dinlemeyen bir kişi ıslah olmaz bir şahıstır.  Emsalsiz akıl sahipleri bile, dostlarından gelen öğüt ve tavsiyelere yer vermelidirler. Hükümdarlık ve egemenlik bile, temayül etmeyi öğrenmelidir. Erişilemez olduklarından dolayı, ıslah edilemeyen kişiler mevcuttur. Düşüp harap olurlar, çünkü onları kurtarmaya kimse cüret edemez. En yüksek mertebeye erişenler, dostluğa daima kapılarını açık bırakmalı; bu ihtimal, onları muavenet kapısıyla tanıştırabilir. Sadakatli vefasına verdiğimiz kanaat ve itimat, dostumuzun kudretine bu hakkı tanır. Gerçi herkese saygı duymaya mecbur değiliz, ama insanın en iç derinliklerindeki ihtiyatın en hakiki aynası hakiki bir sırdaşta bulunur; yanlışlıklarımızı düzelttiği için, sırdaşımıza daima borçluyuz ve daima müteşekkir kalmalıyız. Gerçek bir dostun tavsiyelerinde hatalarımızı telâfi etme istifadesi ve hikmeti var.



148)
Sohbet Sanatına Malik ol. İşte hakiki şahsiyet bunun marifetinde belirir.  Hayatta sıkça rastlanan bir şey olsa dahi, ondan başka hiçbir eylem dikkatin daha fazlasını gerektirmez. Ya kaybedeceksin, ya da sayesinde kazanacaksın. Eğer bir sayfalık mektup yazmak bile epey itina gerektiyorsa, ki buna önceden tasarlanmış bir nevi yazılı sohbet diyebiliriz; o halde, her gün karşı karşıya geldiğimiz rastgele münasebetlerde, nispeten - anında derhal teşhir etmemiz gereken zekâ kudretimize, yüzyüze yaptığımız sohbetlerde ondan ne kadar daha fazla bir itinaya ihtiyacımız olacaktır? Bilirkişiler ruhun nabzını dilde duyar, onun için derler ki, “Konuş da, dolayısıyla seni tanıyayım.” Arada bazılarının görüşüne göre, sohbet sanatı zanaatsiz olmalı, yani maharet gerektirmemeli, öyle elbise gibi cicili bicili değil de, sadece düzgün ve derli toplu olmalı.  Bu fikir, dostlar arasında yapılan sohbet kıvamına uygundur. Fakat saygı göstermemiz zorunlu olan kişilere karşı, bizim itibar ciddiyetimiz, o şahsın resmi payesine göre ayarlanmalı.  Münasip olabilmesi için ise, adeta bir hakemin dilinden dökülen ses vurgusuna ve onun zekâ kudretine intibak edebilmeli. İlâve olarak, sakın kelimelerin tenkit uzmanı olma; zira aksi takdirde, seni bilgiçlik taslayan bir kişi yahut bir düşünce tahsildarı sanırlar. Nitekim, herkes seninle herhangi bir temasta bulunmaktan artık çekinir ve kaçınır. Gerçi, buna cüret edenler, sana düşüncelerini en pahalısından satarlar. Keza, sohbette sağduyu, yani ağız sıkılığı, belagatten, yani söz sanatından, çok daha önemlidir. Belagatta marifet, ama sağduyuda hikmet var.



149)
Bize gönderilen kötülükleri, adresine nasıl geri gönderilmesi gerektiğini bilmeliyiz. Kötü niyete karşı korunmak için kalkan ile siper almak, erbap amire yakışan çok büyük bir ustalık örneğidir. Bu, kötü niyetlilerin sandığı gibi, yeteneksizliğin, çaresizlikten kaynaklanan can pahasına aldığı bir savunma önlemi değildir; aksine, yüksek bir politika tutumunun, sahtekârlığa ve nefret tutkusuna karşı icra ettiği itham ve cezalandırmadır. Herşey her zaman istediğimiz gibi olamaz, ayrıca herkesi her zaman herşeyde hoşnut edemeyiz; dolayısıyla, en iyisi, gururumuzu feda etme pahasına bile olsa, uğursuz kişi ve teşebbülere karşı, gerçek veya hayali bir günah keçisini nişangâh etmekte herhangi bir günah yok, ama pekâlâ bir hikmet neticesi var. 



150)
Bir şeyin hak ettiği fiyatta nasıl satılması gerektiğini öğren. O şeyin sadece içeriğinde barınan kıymet yeterli değildir.  Çünkü, denizde balıkların hepsi, hep aynı oltanın aynı yemine kanmaz, üstelik o yemin canlı olup olmadığını düşünemez - yani içeriğine bakamazlar.  Çoğunluk, ’madem herkes o tarafa gidiyor, biz de onlarla beraber, o istikameti hedef alalım’ diyerek, kalabalık ahalinin gittiği yola takılır. Dilediğimiz herhangi bir şeye itibar kazandırmak, büyük bir sanat marifetinin manevi okşaması ile gerçekleşir.  Bunu bazen methiye vasıtasıyla yapabiliriz, zira övgü istek uyandırır.  Aynı zamanda, bu isteğe göze çarpan bir isim veya marka ilave edilmelidir, ki, en yüksek ikramiyesi istifadesine muhatap olsun. Ama bu, katiyen taklide veya sahtekârlığa maruz kalmamak şartıyla yapılmalıdır. Tekrarında, ekseriyetle sadece mütehassıs kişileri tedarik etme vesilesini güderek, mahsüle gereken ilgi teşvik edilir. Zira, hemen hemen herkes, kendini herşeyin erbabı sanır.  Öyle olmadıkları takdirde, istek duygusu çok geçmeden arzulanan şeye pahasına uygun bir talep uyandırır. Asla herhangi bir şeye kolay veya umumi deme; zira, imkân sağlayacağına, yerine, onda aranan ve ona lâyık olan gerçek değeri düşürür. Şüphesiz, ender bir şeyin peşinden herkes koşar, çünkü hem çeşniye hem de zekâya daha çok iştah vericidir. Aldığın her bir şeyin değerini nasıl tahmin edebiliyorsan, ona göre, sattığın bir şeyin pahasını nasıl kıymetlendirmen gerektiğini öğrenmende fayda var. 



151)
Yarını bugün ve birlikte, ondan sonraki günleri - önceden düşün. En yüce öngörü, sıkıntılı bir zamanın ne zaman geleceğini önceden belirtmekten ibarettir.  Tedbirli bir adamda şansını kaçırmak diye bir şey yoktur, dikkatli adamda ise, paçayı ucuzdan kurtarmak gibi bir ihtimal akla gelmez. Gırtlağımıza kadar batağa düşmeden önce iyice düşünmeli, almamız gereken önlemleri katiyen ertelememeliyiz.  Olgun yansıma yardımımıza en zor durumlarda yetişir.  Yastık sessiz bir kâhindir, ve sonradan bir derde başını yasladığında uykusuz kalacağına, meselenin üstüne erkenden yatmak daha iyidir. Çoğu kişi, önce faaliyete geçer, sonra durumun muhasebesini yapar. Yani, neticeden doğan sorumluluklara, vereceği mazaretlerden çok daha az ehemmiyet verir.  Gerçi diğerleri, ne önceden ne de sonradan bu işe kafa yorar.  Doğru yolu kaçırmamak için, hayat bütünen yegane bir düşünce seyrinde mütemadiyen ilerlemelidir. Yansıma, yani düşüncenin derinliklerine inmek, ve onun huzurundaki öngörü, bize hayat çizgimizi tespit etme çabasında imkân sağlayan en önemli şeylerdir. Mevcudiyetlerinde herkese eşsiz hikmet faydası var. 



152)
Seni gölgede bırakacak bir yoldaş edinme. Seni gölgede bıraktıkça, sendeki sevgisi azalacaktır. Dahası, o nitelik ve itibarda mümtaz oldukça, o birinciliğin, oysa sen ancak ikinciliğin kemanını çalacaksın. Nitekim belki, sadece onun bıraktığı ehemmiyet kırıntıları sana kalacak. Gök yüzünde ve yıldızların arasında, ay tektir ve yalnız başına parlar.  Güneş doğduğu vakit, artık ya gözle görünmez ya da farkedilemez olur.  Seni karartana katılma, senin nuruna nur katıp, güneş gibi parlatana eşlik et. Bu tür kurnazca yapılan marifet aracı ile efsanevi savaş kahramanları geleneksel masaldan çıkıp gerçek hayata yerleşebilmişlerdir; dolayısıyla, neticede aklımızda kalan görüntüleri hep güzel ve parlaktır - gerçi onlara refakat edenler ve onlara karşı koyanlar, hep düzensiz ve çirkin bir suret almıştır. Dikkat etmemiz gereken şey, şereflendirdiğimiz bir kişinin itibarımızı yok edebileceği gibi, kötü bir dostun, az da olsa bizi şer tehlikesine terk edebileceğidir.  Talih yolunda, mümtaz olmuş kişilerle ilişki kur, ama kısmetine erdiğinde, sıradan kişilere özen ver. Bu tutumda ihtimal istifadesinden kaynaklanan bir marifet hikmeti var. 



153)
Doldurulması istenen derin ve boş bir geçide girmekten kaçın. Ama girdiğin takdirde, senden önce gireni geride bırak, ondan daha üstün ol; sadece ona eşit olmak, onun bedeline iki misli bir eşdeğer gerektirir. Bizden sonra gelenin bize imrendiği kadar, bizden önce gelen de itibarımızı hiç olmazsa bir o kadar alçaltmamalıdır. Derin bir kuyuyu doldurmak epey zordur, çünkü geçmiş hep daha iyiydi sanılır. Senden önce gelenle eşdeğerde kalmak yeterli sayılmaz, zira o şahsın buna sahip olma hakkı ilkinci gelir. Gerçi onu kamuoyunda düşürebilme girişiminde, sen ondan daha yüksek taleplere malik olmalısın. Çıkış yolu olmayan bir yere hiç girmemekte hikmet var. 



154)
İnanç ve Sevgiye karşı asla umursamazca davranma. Akıl olgunluğu, ağırlığını yavaş yavaş taşırken belli olur. Yalan söylemek alışılmış bir şeydir; o halde, inanç sende alışılmamış bir şey olsun.  Çok çabuk aldanan, çok geçmeden hor görüye düşer. Diğer kişilere itimat etme çabasında, kendi kuşkularına hıyanet etmeye bir gereksinim yoktur. Zira bu, saygısızlığa hakaret ekler.  Çünkü sen, o zaman, seni haberdar eden kişiyi ya hilekâr ya da hileye maruz kalmış bir kişiliğe indirirsin. Ama şer sadece bu kadar değildir. Yalancının nişantaşı inanç yoksulluğudur, yani inanca adeta hep aç kalmıştır ve hep onu doyurma ihtiyacını duyar. Bu ıstırap iki kusurdan kaynaklanır: birincisi, inanır olmadığındandır; ikincisi, inanılmaz olduğundandır. Dinlemekte olan bir kişide, yargının askıya alınması basiretlilik algısı bırakır; ama o esnada, söz sahibi kimse, aktarmakta olduğu bilginin kendindeki öz kaynağına müracaat etmelidir. Aynı basiretsizlik, birini en erkeninden sevmekten geçer. Zira yalan, hem kelime hem de faaileyet aracıyla söylenebilir. Bu tür hilekârlık, pratik bir hayatın düşebileceği en büyük tehlike ihtimallerinden bir diğeridir. İnanç ve Sevgiyi umursamakta hayır var.



155)
Güçlü duyguya, his hâkimiyetine ve şefkat Tutkusuna erişmenin marifeti: Mümkünse, kaba ısrarı basiretli yansımayla telâfi et; bu, gerçekten sağgörülü bir kişiye zor olmayacaktır. Kendini Sevda Tutkusuna adamanın ilk şartı, bu tutkuda olduğunu ilan etmektir. Senin ruh ikliminin komutasına bu çelişki aracıyla başlarsın. Çünkü kişi, şefkat tutkusunu ondan bir milim öteye değil, tam gerekli olan kesin özdeş noktaya kadar ayarlamalıdır. Şiddetli bir öfkeye düştüğünde, bu ondan kurtulma marifetinin marifetidir. Nasıl ve ne zaman durman gerektiğinin en hayırlısı olduğunu öğrenmen lazım, çünkü at gibi dört nala koştuğun vakit, anında hazır ola geçmek çok zordur. Şiddetli öfke esnalarında galeyana düşmemek, aksine sakin bir görüş açısını sahiplenmek ve sürdürmek, ariflik hikmetinin en büyük delilidir. Tutkunun aşırılığa kaçan her çeşidi, mantıklı tavırı terk ettiğinde gerçekleşir. Ama, üstadlık politikası sayesinde, aklıselim asla ne ihlal edilebilecek, ne de kendi vicdan muhasebesinin süzgeçinden geçen tavır sınırlandırmalarını aşmaya cüret edebilecektir. Güçlü duygularımıza hâkim olup şefkat tutkusuna erişmek için, tabii ruh çelişkimizde hep hazır duran dikkatin dizginlerini her an elimizde sıkı tutmalıyız. Buna malik olan münasip bir kimse, at sırtında ilkinci ve muhtemelen en sonuncu bilge olacaktır. Fani olduğumuz halde, şefkat tutkusu vasıtasıyla ebedi sevdaya ecele dek kul olmakta bu marifet hikmeti var. 



156)
Arkadaşlarını iyi seç. Sadece şefkat birikiminde değil, idrak alanında da, tecrübe sınavını ve kısmet imtihanını geçtikten sonra, ve ancak o zaman, mezun olabilmelidirler. Bu hayatın en önemli bir konusu olsa dahi, en az umursanandır. Bazılarına zekâ kudretleri dost kazandırırken, dostluk, diğer çoğunluğa şansına rastlar. Arifler ve maskaralar katiyen anlaşamazlar, zira kişi edindiği dostlara göre kıymetlenir ve onlara göre kendi kişilik değeri yargılanır. Aynı zamanda, bir kişinin refakatinden hoşlanmak onunla yakın bir dost olduğunu kanıtlamaz. Onun kabiliyetine duyduğun itimattan daha ziyade, beraberinde olduğun vakit, birlikte paylaştığınız samimiyet tadından kaynaklanabilir. Bazı dostluklar gerçekten uygundur, diğerleri ise memnu kalır; sonrakiler zevkte, öncekiler ise doğurgan düşünce ve güdülerde dolanırlar. Çok az kişi bir kimseye tam içten kendisiyle dost olabilir, çoğu ancak keyfiyet ve hayat koşullarına bağlı durumlarda onunla şartlı bir dostluk kurabilir. Akıllı bir dost dertlerini defeder, ama aptal bir dost dertlerine dert katar. Dolayısıyla, her birine haddinden fazla şans fırsatı tanıma, zira muhtemelen hepsini kaybedebilirsin.  Dostlukta hayati sınav var.



157)
Bir kişinin şahsiyeti hakkında herhangi bir hataya düşme. Bu en çok yapılan en kötü hatalardan biridir. Bir ürünün niteliğinde değil, fiyatında aldanılmak daha uygun. Diğer şeylerden daha ziyade, insan ilişkilerinde derun, yani insandaki nitelik vaziyetinin içerigine doğru bakmak gerekli. İnsanı tanımak diğer herşeyi tanımaktan daha başkadır.  Duyguların derinliklerini seslendirmek ile şahsiyet özelliklerini ayırt edebilmek engin bir felsefedir. İnsan kitap gibi derin derin içten okunmalı - bunda hikmet var.



158)
Dostlarından nasıl istifade etmen gerektiğini öğren. Bu, sağduyunun tüm marifet kudretinin zorunlu bir şekilde harekete geçmesini gerektirir.  Bazı kişiler uzak oldukları vakit, bazıları ise yakın olduklarında faydalıdır. Çoğu kişi sohbette berbat, ama muhabir olarak pekâlâ denilebilecek bir niteliktedir. Zira, yakınımızda iken çekilmez oldukları için, artık uzak mesafede kalan bazı hataları ortadan kalkmış olur. Dostlukta canlanan istifade imkânı zevk ve sefadan daha kıymetlidir.  Çünkü, dostlarda genellikle Varoluşun, yani İyiliğin üç çeşit niteliğine rastlanır, bunlar: Birlik, İyilik, ve Doğruluk diye adlandırılabilirler. Dolayısıyla, bir dost herşeyin herşeyidir.  Dostların çok az bir sayısı iyi bir dost olmaya münasiptir, ve bunların arasında daha da az bir azınlığı, gerçek dostluğa lâyıktır, çünkü kimse dostun nasıl seçilmesi gerektiğini pek bilmez. Bir dostu kaybetmemek, yeni bir dost edinmekten çok daha önemlidir. Buna göre, giysi gibi, onlardan en dayanıklısını seç; ilk önce en yenilerinde, eskiyeceklerini umarak biraz da olsa avunabiliriz. Kesinlikle en iyileri iyice tuzlananlardır, gerçi sınav esnasında, sırılsıklam ıslandırılmaları gerekebilir. Dostsuz yaşamaktan daha beter bir çöl yoktur.  Dostluk hayatın iyisini çoğaltır, kötüsünü böler; felakete karşı yegane tek çare ve ruhun kendi mekânını havalandırmasıdır. Dostlukta gayret ve hikmet var.



159)
Aptal ve maskara çeşidi kişilere tahammül et. Akıllı kişiler genellikle sabırsız görünür, nitekim bilgilerine daima bilgi katanlar sabırsızlığı da hatalarına eklemiş olurlar. Bilginin büyük bir kısmını tatmin edebilmek zordur. Eski bilgelere göre, hayatın en yüksek kuralı ve gerçekleştiğinde hikmetin iki eşit parçalarından biri, her şeye her zaman her ihtimale karşı tahammül edebilmektir. Ama hatanın her çeşidine tahammül etmek epey sabır ister. Çoğu kez, yararlı bir tür - kendine hâkim olma dersi niteliğinde, yani özdenetimde, ancak bağımlı olduğumuz kişilere bu kadar sabredebiliriz. Sabır, ardından huzur getirir; bu, tüm dünyayı neşelendiren değeri biçilmez bir nimettir. Öyleyse, sabır kudretine muktedir olamayanlar, kendi içlerinde tekaüte çekilsinler, gerçi orda da bu sefer kendilerine tahammül etmeye mecbur kalacaklardır. ’Sabreden derviş muradına ermiş’ denildiğinde, sabır hikmetin ikizi olduğundan, demektir ki, o muratta hikmet var.



160)
Konuşurken dikkatli ol. Rakiplerinle sağgörü vasıtasıyla, diğerleriyle hiç olmazsa sadece dış görünüş uğruna çenene hâkim ol. Her zaman söze bir kelime daha eklemek için vakit bulunabilir, ama çıktıktan sonra o kelimeyi geri çekmek artık mümkün olmaz. Konuştuğunda, adeta bir vasiyetname yazıyor gibi konuş: bu konuda ’az kelime tüketen az dava üretir’ derler. Ehemmiyetsiz meselelerde, en önemli meseleler hakkında nasıl konuşacağının denemelerini yap. Engin ketumiyette biraz da olsa kutsal bir parıltı varlık gösterebilir. Umursamazca konuşan bir kişi çok geçmeden ya itibardan düşer ya da itibarda başarısız kalır. Dilini kontrol et ki çenen yerlere düşmesin, bunda hikmet var. 



161)
Sana özgü hataların ne olduklarını bilmeye mecbursun. En âlâ adamda bile hatalar mevcut, ya onlarla evlenmiştir ya da onlarla memnu ilişkileri vardır. Bunlar çoğu kez ondaki idrak hatalarında belirir, ve idrakının yüksekliğiyle hem orantılı hem de göze çarpan bir konumdadırlar. Gerçi, olası mal sahibi durumu bilmeyebilir, hatta onlara aşık bile olabilir, ki buna çifteleşmiş ’şer’ diyebiliriz; çünkü kaçınılabilir hatalara akılsızca bir şefkat niteliği eklenmiştir. Bunlar pekâlânın lekelerini oluşturur; ama seyircilerini, sahiplerini hoşnut kıldıkları kadar darıltırlar. Efendilik bunları atlatmamızı tavsiye eder, ve böylelikle diğer niteliklerimizin sahneye çıkmasını diler. Herkes bu tür başarısızlıklığa bir gün takılır, ama özelliklerinde devam ettikçe, hata lekesi o insanda uzun bir süre kalabilir; ve diğer kabiliyetlerini gölgeye atmak için, mümkün olduğu kadar onları bu fırsat ile derin derin karartır. Hatalarını bilmekte hayati hikmet var.



162)
Rakip ve aleyhtarlara karşı muvaffakiyet nasıl kazanılır? Onlardan nefret etmek, onları küçümsemek, hor görmek, ve adam yerine koymamak yetmez; gerçi bu, çoğu kez akıla uygun gelebilir: daha iyisi, efendice bir tavır takınmaktır. Kendisi hakkında kötü konuşanlara dair - iyi şeyler söyleyen bir adamı ne kadar çok övsek övgü haddini aşmaz. Hasetli bir kişiye anında elem vererek onu fethedecek kabiliyet ve hizmetten daha ziyade ve daha başka bir epik kahramanlık intikamı bulunamaz. Her başarı adeta yenilgiye uğrayan sahtekâr birinin boynuna sarılan bir ipin giderek biraz daha sıkılması gibidir; çünkü bu esnada düşmanın zaferi rakibin cehennemi haline gelir. Hasetçi hemen ölmez, ama alkış hasete maruz kalana nasip olur. Onun şöhretinin ecelsizliği, öteki kişinin işkencesine hesap tutar ve fiyatıdır; birisi bitmeyen itibarda yaşarken, o öteki kişi bitmeyen kederdedir. Ün zurnası birine ecelsizlik ama ötekine ölüm ilân eder; haset düğümünün yavaşça çürüyüp çözülmesi, ancak ipin zamana uzun uzadıya gerilip çekilmesiyle son bulur. Efendilikte hikmet var.



163)
Asla talihsizlere duyduğun sempatiden dolayı, kendini onların kötü kısmetine düşürme. Bir kişinin felâketi diğer bir kişinin talihidir; zira, sayıları bir hayli çok olanlar şanssız kalıp yenilmedikçe, aralarından herhangi bir kişinin tek başına şanslı çıkıp galebe olması mümkün değildir. Talihsizlerin ayrıcalığı, insanda iyi niyet uyandırıp, faydasız müsamaha aracıyla, onlardan kısmetlerine vurulan darbeleri telafi etmektir. Öyle ki, zenginlik vaktinde nefret edilen biri, fakirliğe düştüğunde, herkes tarafından sevilebilir. Kanatlanmış uçmakta olan bir intikam hıncı, ayaklanan bir merhamet şefkatiyle değiş tokuş olabilir. Yine de kaderin cilvesine dikkat etmeli. Öyle insanlar var ki, her zaman talihsizlerle arkadaşlık kurup onlarla hep haşır neşir olurlar. Ama daha dün mutluluk içinde yüksek tepelerde uçan, bugün sefil bir halde yanlarında durmaktadır. Bundan alınacak ders, dünyevi ilim hikmetine iddia hakkı kaydetmez, buna rağmen fiilen asaletli bir ruh hali gayet tabi var. 



164)
Havaya saman ser. Gör bakalım, başarı ihtimali şüpheli olduğunda imkân tahlillerin nasıl kabul edilecek. Zira ancak bu gibi akla sığar deneyler sayesinde olumlu bir neticeye ulaşacağına kanaat getirebilirsin. Nitekim böylece, bir işi ciddi bir şekilde sürdürmenin yahut ondan tamamen geri çekilmenin fırsatı da hâsıl olacaktır. Bilge, insan niyetlerini bu şekilde deneyerek, kendisinin hangi noktada yer aldığını öğrenir. Ricada, arzuda ve hükümde, bu şart öngörünün en yüksek şartıdır. Akla sığar deneylerde marifet hikmeti var.



165)
Şereflice Savaş Sürdür. Savaş açmaya mecbur kalabilirsin, ama zehirli oklar kullanmaya hakkın yok. Edecekse, herkes diğerlerinin istediğine göre değil, kendi dürüstlük ve namus şartlarına göre hareket etmelidir. Hayat muharebesinde yiğitlik ve nezaket herkesin övgüsünü kazanır: mücadeleye özellikle fethetmek amacıyla girilmelidir, ama sadece güç vasıtasıyla değil de, fazilete en müsait uygulamasıyla. Adi bir zafer şan ve şeref getirmez, aksine rezalet ve yüzkarasıdır. Onur, her zaman el üstünde en yüksekte tutulandır. Şerefli bir insan katiyen yasak edilen silahları kullanmaz; örnek olarak, bitmiş olan bir dostluğu, başlamakta olan bir nefret amacında, hayata geçirmez: itimat, katiyen intikam amacında istismar edilmemelidir. İyi bir namı en ufak bir ihanet lekesi kirletir. Onurlu bir adamda görülen en küçük ahlâksızlık belirtisi tiksindiricidir: asaletli bir kişi, şerefsiz bir kişiden, birbirlerine katiyen rastlamayacak bir mesafede uzak tutulmalıdır. Diyelim ki, mesela yiğitlik, cömertlik ve sadakat insan aleminde kaybedilmiş bir halde kalmış olsaydı, gerçi bunları yine senin yüreğinde bulma ihtimali oldukça, kendinle övünme hakkına müstahaksın. Onurlu mücadelede hikmet ünvanı var.



166)
Lafta Adam olanı Emekten Adam olandan ayırt et. Bunda ayrımsama gücünün ne kadar önemli olduğu dostlara, şahıslara, ve en çok da epey çeşitleri olan vazifelere eğildiğinde görürsün. Kötü bir laf, kötü bir emek haricinde bile, tamamen fena bir şeydir; iyi bir lafa kötü bir emek eklenince netice çok daha fenadır. Bir insan laf ile karnını doyuramaz, çünkü laf havadır, ama sadece kibarlıkla da olmaz, zira bu kibarca yapılan bir hile sayılabilir. Mesela, kuşları ayna kullanarak kapana kısmak müthiş bir tuzak durumu oluşturur. Yanlız kibirli bir kişi ettiği havalı laflar sayesinde kendine bir maaş fırsatı koparabilir. Ama aslında, laf, yapılan emeğe verilen sözde kalmalı, adeta bir tefeci makbuzu gibi, piyasa fiyatına bağlanmalıdır. Yaprak yapan ama meyve vermeyen ağaçların dokusunda genellikle ilik bulunmaz. Gölge vermekten başka bir faydaları yoktur, onların değerini ona göre biçmen gerekir. Emeksiz laftan sadece boş hava geçer; ama emek verilen lafta hem marifet hem de hikmet var. 



167)
Sana düşen bir görevde senin katkı payının nasıl icra edileceğini öğren. Büyük buhranlara dönüşen durumlarda cesur bir yürekten daha iyi bir yoldaş bulunmaz, ama gücünü yitirdiği vakit ona komşu olan kısımlarla tekrar kuvvetlendirilmelidir. Kaygılar, kendini ispat ve iddia ile beyan eden adamdan daha önce ölüp giderler. Kendimizi felâkete teslim etmemeliyiz, zira bu tahammül edilemez bir durum oluşturur. Çoğu kişi zor durumlarda kendilerine yardımcı olmaz, ilâveten nasıl dayanmaları gerektiğini bilmediklerinden, kederin ağırlığını iki katına çıkarırlar. Ama, kendini bilen bir kişi zayıf tarafını nasıl güçlendireceğini pekâlâ bilir; ve, bilge bir adam herşeyi, yani seyreden yıldızları kendi gidişatlarında bile, fetheder. Kendi had ve hususiyet kabiliyetini bilmekte hikmet var.



168)
Sakın hata laubaliliğine müptelâ olma. Kibirli, haddini bilmez, bencil, itimada lâyık olmayan, huysuz, dik kafalı, hayalperest, sahnede imiş gibi yapmacık, hoppa, gizliyi gözetleme takıntısına sapan, aykırı düşünce niteliğinde olan - yani paradoksal, fırka veya mezhep - aşırı taraftarlığı, ve bunun gibi tüm tek-taraflı şahısların hepsi, münasebetsizliğin gaddar ucubesidirler. Her tür akıl sakatlığı bedende varlık bulandan çok daha çirkin ve iğrençtir, çünkü yüksek bir güzelliğe karşı koyar ve onu ihlâl eder. Gelgelelim, bu çeşit tamamlanmış kafa karışıklığında kalmış olan kişilere yardımcı olmaya kim cüret edebilir? Kendine hâkim olmanın noksan kaldığı bir yerde, diğer kişilerin rehberliğine yer yoktur.  Daha öteki kimselerin istihzalarına dikkat payı ayırmaları gerektiği halde, bu gibi insanlar, hayal ettikleri alkışın asılsız sanısına kendilerini körü körüne feda ederler. Hatalarını laubalilikle örtmeye düşkün olan bir kimsede devasız bir akıl rahatsızlığı zuhur olmuştur; hekim değilsen, ondan uzak durmakta hikmet var.



169)
Hedefi yüz kere vuracağına, dikkatli ol ki, daha ilk defasında ıskalama ihtimali yok olsun. Kimse alev dolu güneşe göz koymaz; ama herkes kararmakta olduğu vakit onu seyredebilir. Çarşıda konuşulan, ekseriyetle iyiye gidende değil kötüye gidene takılır. Şer haberi muhabirsiz bile kendiliğinden taşınır ve herhangi bir tezahürat alkışından çok daha uzaklarda duyulur. Çoğu insan ancak bu dünyadan göç ettikten sonra takdir edilir. Bir adamın tüm yiğitliklerini bir araya koysan, onda kalan en ufak bir lekeyi silmeye yetmez. Bunun için, kendini herhangi bir hataya düşmekten hemen alıkoy, ve kötü niyet her hatanı farkettiği gibi, başarını da yok saydığı kulağına küpe olsun. Amaca ilk fırsatta ulaşmakta marifet ve hikmet var. 



170)
Her şeyin içinden bir şey alıp yedekte bulundur. Sana duyulan önemi ayakta tutmanın en sağlam aracı budur. Tüm kabiliyet ve kudretini aynı anda ve her fırsat vesilesinde sarfetme. Bilhassa bilgide, bir artçı, yani arkada duran bir muhafız olmalı, ki senin hazine kaynakların iki katına çıksın. Yenilgi kuşkusuna karşı her an müracaat edebileceğin birşey halihazırda dursun. Yedekte bekleyen, taarruza geçen kuvvetten çok daha önemlidir, zira seçkinliği yiğitlik ve itibar alanında ispat edilmiştir. Sağgörünün tedbirli tutumu her zaman güvenlik itimadıyla işbaşına geçer: bu meselede, mayhoş tadında bile olsa, mantığa aykırı görünen fakat hakikatte doğru olabilen düşünce, yani paradoks, 'bir şeyin yarısı onun bütününden daha fazladır' kanaatini akla uygun görür. Yedekte tutulan hikmette hayati marifet çaresi var.



171)
Etkinliğini boşa sarfetme. En yüksek dostluklar en büyük işlere gerekli bırakılmalı. Ufak şeylere yüksek itimat harcanmamalı; bu, müsamahanın israfı olur. Ocak demirini en büyük tehlikeye karşı yedekte tutacaksın. Yüksek kudreti alçak tepeleri aşma amacında kullandığında, geriye  ne kalır? Seni koruyan bir kişi kadar kıymetli başka hiçbirşey bulamazsın, zira lütuftan daha pahalı bir bağış yoktur. Lütuf tüm dünyayı inşa ettiği gibi, imha da edebilir. Sağduyuyu bile verdiği gibi, geri alabilir. Doğa ve Şöhret arife taraftar olduklarından, Şans umumiyetle onları kıskanır. Bu sebepten dolayı, fevkalade kudret sahibi olanların lütfuna nasip olmak, her çeşit mal ve mülkten çok daha önemlidir; bunda hayır hikmeti var.



172)
Kaybedecek bir şeyi olmayan bir adamla katiyen çekişme. Zira böylece, ne eşit ne de aynı vasıfta olmayan bir çatışmaya girmiş olursun.  Ama rakip, buna endişesiz bir halde katılır; zira rezalet dahil, artık herşeyini kaybettiğinden, onda başka kaybedecek bir şeyin kaygısı kalmamıştır. Böyle bir adam, böyle bir durumda, her türlü küstahlığa müsaittir. Onun için, senin yüksek itibarın bu kadar kötü bir tehlikeye maruz kalmamalıdır. Çünkü kazanmak için senelerce ter döktüğün emek, hikmetindeki en ufak zaafiyet veya ihmalden dolayı, bir anda yok olabilir. Şerefli ve mesuliyetli bir insan itibarlıdır, ve bunun için kaybedeceği de bir o kadar büyüktür. Arif, bu durumda, kendi itibarını ötekinin itibarına göre ayarlar: girerse, müsabakaya en yüksek ihtiyatla girer. İşe başladığında o kadar dikkatlidir ki, sağgörüsüne geri çekilme ihtimalinde, itibarını örtüp koruyabilmesi için müspet vakit ayırır. Zira zaferi kazansa bile, kendini kaybetme tehlikesinin ihtimaline maruz bıraktığı için, arada şansına nafile kalan vakti geri getiremeyeceğini pekâlâ bilir. Kaybedecek bir şeyi olmayan bir adamla çekişmemekte fayda var. 



173)
Bilhassa dostlukta, ama genel olarak tüm ilişkilerinde bir cam kadar hassas ve kırılgan olma. Bazısı çok kolay kırılır, ve bununla tutumlarındaki ahenk eksikliğinin niceliğini ilân etmiş olurlar.  Hayali saldırıları kendilerine mal ederken, zulmedici niyetleri başkalarına suç bilirler. Onlarda duygu gözlerinden daha hassastır, ne şaka ne de ciddi anlamda katiyen dokunulmamalıdır. Bir demet alevi bırak, zerrecik bir kıvılcım bile onları çileden çıkarmaya yeter. Bu gibi kişilerle ilişkileri olanlar, çok büyük incelik göstermeli, hassasiyetlerine saygı duymalı, ve davranışlarına epey dikkat etmilidirler - zira ihmalin en ufağı onları kızdırır ve canlarını sıkar. Bu tür kişiler umumiyetle çok egoisttir ve ruh hallerine köle olmuşlardır. Bu kölelik uğruna herşeyi feda ederken, yalnız resmiyete ibadet ederler. Ama öte yanda, hakiki aşığın tabiatı sağlam, sabit ve tahammüllüdür.  Buna göre, denilebilir ki, son derece kararlı olan Hoşgörüsüz bir kişinin yarısı, baştan aşağı kötü ve Ünsüzdür. Kırılgan değil, tahammüllü olmakta hikmet faydası var.



174)
Acelecilik halinde yaşanmamalıdır. Bir şeyden zevk alabilmek her şeyi gereğince ayırt edebilme kabiliyetinden geçer. Çoğu kimse kısmetlerini hayatlarından daha önce tüketir, zevkten tad almadan koşarcasına geçer giderler. Gerçi hedefi ıskaladıklarında, pişman olup geriye dönmek isteselerde, artık çok geçtir. Eskiden, soldaki beygire binerek araba ve özellikle posta arabasına sürücülük eden bir kimse gibi - acelecinin hayatı, kendisine yerleştirdiği sürat gereğiyle ekseriyetten çıkıp, adım adım yükselir. Bir gün içinde, bir hayat boyu alan bir şeyi, bir anda yutup hazmeder! Yani zevkin avansında yaşam sürer, seneler geçmeden evvel, onları yer bitirir, ve acele ettiği için çok erken herşeyden adeta göçüp gider. Bilim araştırması bile, aşırılığa kaçmadan yapılmalıdır, zira bilmemiz gerekmeyen bir şeyi öğrenmiş olabiliriz. Günlerimiz, zevklerden daha çok yaşanılacak müddete sahip, bunların tadını yavaşça al, ama çok çabuk çalış, çünkü insan işin zevkte bittiğini sanır, ancak zevk pişmanlıkta son bulur. Acelecilikte hikmet noksandır ve zamana hayati israf var. 



175)
Sağlam bir insan ol. Böyle olduğunda, dayanıklı olmayanlarla doygunluk duyamazsın. Temeli iyi kurulmayan bir yükseklik acınacak bir haldedir. İnsan gibi görünselerde, her insan insanlık olgunluğuna erişmiş sayılmaz. Bazısı hileye kaynaktır; vehim kâbuslara gebelenir, vahim usantılar doğurur. Bir diğeri ise, yalan söylemekten zevk alır, zira doğrunun icrası az ve özdür, ama yalan doğrudan daha fazla şeyler vaat eder. Buna nazaran, sonuçta bu tür kaprislerin sonu kötüdür, çünkü temelleri sağlam değildir. Yanlız Doğruluk sahiden itibar getirebilir: yanlız hakikat gerçeğin esas kazancı olabilir. Bir tek hilenin birçok hileye ihtiyacı vardır, ve böylece evin bütünü havada inşa edilmiş olur, ama pek yakında yerlere serilmeye mahkumdur. Temelsiz bir şey, asla ihtiyarlık vaktine ulaşamaz. Epey İtimat gerektirdiğinden, çok miktarda şey Vaat eder, ama ispatında ne vaadi doğrudur ne de o vaadin miktarı. Sağlam ve dayanıklı bir insan olmakta hikmet var.



176)
Bilgi sahibi ol ve bilgi sahibi olanlarla tanış. Kendine ait veya bir başkasının yardımıyla akıl sahibi bir kişi olmadıkça, gerçek yaşam çekilmez bir imkânsızlığa döner. Fakat çoğu kişi, bilgi sahibi olmadığını bilmez, bilmediği halde, kendini bilgi sahibi sanır. Akıl eksikliği, yola getirilmez bir şekil alabilir, çünkü bilgi sahibi olmayan bir kişi, kendini bilmeyen bir kişidir, ve dolayısıyla onda eksik olanı aramaktan mahrumdur. Kendilerini akıllı zannetmeselerdi, bunların çoğu akıllı sayılabilirdi. İşte belki bu sebeptendir ki, hikmet bilgeleri nadir olduklarından, eserleride nadir kullanılır. Nasihat aramak, yüksekliği ne azaltır ne de alçaltır, üstelik olası bir yeteneksizliğe, katiyen herhangi bir kanıt teşkil etmez. Tam aksine, nasihat aramak, güzel tavsiyelere sahip olduğunu ispat eder.  Eğer yenilmek istemiyorsan, dava vekilinden akıllıca fikir al. Bilgi sahibi olan, üstelik bilgelerde bilgi arayan her bir kimsenin ruhunda hikmet var.



177)
İlişkilerinde laubalilikten kaçın. Onu ne kullan ne de kullanılmasına izin ver. Laubali bir kişi, etkinliğinden ileri gelen üstünlük ehliyetini kaybeder, ve böylece itibardan düşer. Ancak umumi olmadıklarında, yıldızlar parıltılarını canlı tutabilir. Mukaddes, edepte ısrar eder. Her çeşit laubalilik hor görü üretir. İnsan ilişkilerinde, adam ne kadar çok açılırsa, bir o kadar az elinde kalır; çünkü, kendini açıkladığında, ihtiyatın, gereğinde örtüp yedekte saklı tuttuğu zaafiyet ve onun miktarı, bu sefer ilân ve beyan olabilir. Laubalilik katiyen arzu edilen ve cazip olan bir şey değildir.  Nedenleri şunlardır: Senden üstün olanlara karşı, tehlikeli olduğundan; senin seviyenin altında olanlara karşı, yakışıksız olduğundan; sıradan ve sürü halinde gidenlere karşı, bütünüyle ve en azından, onları küstahlaştırdığı için ve tam bir ahmaklık olduğundan - zira bu kişiler, senden gelen lütuf hediyesini, onlara duymakta olduğun mecburi ihtiyaç veya acziyet sanırlar. Laubalilik görgüsüzlüğe siper kazar, ama mukaddes edepte hikmet var.



178)
Özellikle o kendini ispat ettikten sonra, Yüreğine itimat et. Gönül  sesine daima kulak ver, onu katiyen reddetme . Çoğu kez o, önceden haber veren en önemli bir çeşit ev bilgesi gibidir. Tarihte, kendi kalplerinden korktukları için, birçok kişi mahvolmuştur. Öyleyse, ondan daha iyi bir çare bulmadıkça, yüreğinden korkmanın faydası nedir? Çoğumuza, doğa o kadar doğru ve dürüst bir kalp bahşetmiştir ki, her zaman bizi felâkate karşı, hem ikaz eder hem de herhangi bir kötü sonuçtan savuşturur. Kötülüğü fethetmek amacında değilsen, 'kovalarım' diye - şer araman akıl kârı olamaz. Yüreğine itimat et, onda hikmet devası var.



179)
Ketumiyet Yetenekliliğin Mühürüdür. Sırsız bir yürek apaçık bir mektuptur. Temeli sağlam olan bir yer engin ve derin sırlara hazine olur: işte orada, geniş mahzenler anlık hadiseleri daimi saklıyabilir. Çünkü, ketumiyet kendini kontrol edebilme yeteneğinden kaynaklanır, ve bunda başarılı olmak, hakiki bir muvaffakiyettir. Ama, dilinden kaçan her bir sır için, ancak fidye vererek kurtulabilirsin. Hikmet ve onun emniyeti, insanın içine yerleşen iklimde oluşur. Gerçi, ketumiyeti tehlikeye uğratma ihtimali, ancak diğerleri onu karşılıklı soruşturmaya çektiği vakit peydah olur. Misal olarak, sözlerde çelişme, yani aykırılık prensibini kullanarak, sırların kurtlarını dökebilirler; ayrıca, istihza (ironi) oklarınıda amaçlarına araç edebilirler. Bunlardan kaçınmanın tek çaresi, sağgörülü bir kimsenin öncekinden daha da çok agzı sıkı (ketum) olmasını gerektirir. Fiilen yapılması gerekli olan bir şeyin, söz ile söylenmesine ne hacet var? Karşılığında, söz ile söylenmesi gerekli olan bir şeyin, fiilen yapılmasına ne lüzum  kalır? Ketumiyet kabiliyetinde hikmet var.



180)
Düşmanın ne yapması gerektiğine, asla rehberlik yapma! Enayi, arifin akıllı saydığı bir işe katiyen katılmaz, zira müsait ve münasip olan vasıta imkânlarına koyulmaz. En tedbirlisi, bir diğerinin kurduğu veya gerçekleştirdiği planı bile, izlemekten çekinir. Kişi, meseleyi her iki karşıt görüş açısından değerlendirmelidir - yani, her iki tarafı, bir o yana bir bu yana, çevirebilmelidir. Karar değişken olabilir; ama, herhangi bir yargı hükmüne henüz varmış olamayan bir kimse, ihtimali “muhtemel” olan karara değil, ihtimali “mümkün” olan karara, daha fazla hazırlıklı olmalıdır. Sakın Düşmana alet olma, zira nalet olmamakta hikmet var.



181)
Doğru olanı söyle, ama tamamen Doğru olanı değil: Doğru olandan başka hiçbirşey onun kadar ihtiyat gerektirmez; zira yüreğin neşteridir. Doğru bir şey olanın, anlatıldığı kadar, gizlenmeside bir o kadar gereklidir. Dürüstlüğe dayanan itibarın tümünü, tek bir yalan imha eder. Hile hainlik sayılır, hilekâr ise bir hain, nitekim bu algı - genelde kötünün kötüsüdür. Bazı gerçekler var ki, bütünen söz ile söylenemezler; ne kendi hatrımıza ne de diğerlerine, yani onların kendi uğruna. Yalan söylemek günahtır, ama bazen gerçeği bitevi olduğu gibi söylememekte hikmet sevabı var. 



182)
Herşeyde cesaretin hiç olmazsa tek bir tohum tanesini büyüt. Bu, ihtiyatın mühim bir parçasıdır. Başkaları hakkında algıladığın fikri yumuşat, ki onları haddinden fazla büyütüp, kendini korkutmayasın. Hayal gücü, yani tasavvur, katiyen kalpten akan gelişigüzel duygulara teslim olmamalıdır. Şahsen tanıyıncaya kadar, hemen hemen herkes bir hayli büyük görünebilir. Gerçi onlarla ilişkiye geçtiğimizde, saygımız yükseleceğine, aksine epey hayal kırıklığına uğrarız. Kimse dar insanlık sınırlarını geçmeye muktedir değildir; kalpte olsun kafada olsun, herkesin zaafiyetleri vardır. İtibar, göze çarpan hâkimiyeti sağlar, ama şahsi kudret ona nadiren eşlik eder: zira, Servet, çoğu kez mevki yüksekliğini sahibinin düşük kalitesine rağmen, süsler. Hayal gücü ortaya her zaman çok erkenden fırlar, her şeyi gerçeğe aykırı bir şekilde parıl parıl rengarenk bir boyayla parlatır: zira, o şeyleri oldukları gibi değil, arzu ettiği gibi tasavvur eder. Daha önce hayal kırıklığına uğrayan ama hizmete hazır bulunan görgü, çok geçmeden bunların hepsini düzeltir. Buna nazaran, ne hikmet ürkek olmalı ne de hatalı gözüpek kalmalıdır. Sorarım: Kendine-güven denilen nesne, cahile bu kadar muavenet edebiliyorsa, cesur ve bilge bir kişiye, ondan çok daha fazlasını yapamaz mı? Cesarette hikmet var.



183)
Görüşlerini haddinden fazla sıkı tutma. Enayilerin her biri kendilerinden tamamen emindir, buna göre, bitevi ikna edilen her bir kişi, tamamen enayi olabilir: zira böyle bir kimse, yargısı epey hatalı olduğu halde, ona sarılıp daha da sıkı tutmaya yeltenir. Apaçık kesin meselelerde bile, kibarca yol vermek en iyi seçenektir: görüşümüzün makul sebepleri önem kaybetmez; aksine, gösterdiğimiz nezaket saygı görür. Öyle taş kafalı insanlar var ki, döndürülmeleri imkânsızdır; dahası, kaprise inatçılığı eklediğin vakit, netice topyekün bıktırıcı bir enayi maskarası doğurur. Sadakat, akla değil, iradeye bağımlı kalmalı. Gelgelelim, bazı istisnai durumlarda, yanlış verilen bir yargı ve onun icraatında bir değil iki kere başarısız kalabiliriz. Nerede olduğunu iyice öğren, ama görüşlerini her ihtimale karşı esnek tut, zira bunda marifet hikmeti var.



184)
Kendini törensel resmiyete kaptırma. Kibarca yapılan bir taklit bile tuhaftır, ve bunu yapan birinin pusulasını şaşırmış olduğu sanılır. Yani Resmiyet, genel olarak usandırıcıdır; gelgelelim, bütün ülkelerin resmiyete verdikleri hususiyet ve tapkınlık katiyen gözden kaçmaz. Hata giysisi bu gibi şeylerle dikilmiştir. Bu gibi kişiler ise, sadece kendi payelerine ibadet ederler, ama böylece bunu ne kadar da azından hak ettiklerini ispatlamış olurlar, çünkü en ufak bir şeyin onu imha edeceğinden korkarlar. Saygı istemek belirli bir haktır, ama resmiyetin sahibi olduğuna hüküm kesmek, uygun olmaz. Çünkü, bir insanın resmiyetten vazgeçebilmesi için, en üstün niteliklere sahip olması gerekir. Adabımuaşereti, yani topluluk töresini, ne küçümse ne de hakir gör: bu gibi ufak şeylerde yüksekte duran bir kimse, gayet büyük bir kişi olamaz. Ufak işlerde yücelik taslayan, büyük işlerde cüce kalır. Mertebesine müstahak olanda hikmet var.



185)
İtibarını kumar oynar gibi bir tek zar şansına feda etme. Başaramadığın takdirde, telâfisi imkânsız bir zarara uğrayabilirsin. Öyle ki, ihtimal dahilinde ve başlangıçta bir defa da olsa, kaybedebilirsin, zira hayat şartları her zaman lehte olmayabilir: bundan dolayı, derler ki, “Şans, her köpeğe uğurlu olabileceği bir gün ayırmıştır.” Ama, gel de o günü bul bakalım! Buna göre, her zaman ikinci teşebbüsü birincisine bağla: başarsada başarmasada, birinci teşebbüs ikincisine kefalet olur. Her zaman daha iyi gaye araçlarına başvur ve daha çok sayıda kaynaklara çağrıda bulun.  Herşey envai çeşit şans fırsatlarına bağlıdır.  Onun için, başarının tatmini  nadirdir. İtibarı bir tek şansa bağlamamakta hikmet var. 


 
186)
En yüksek yerlere yerleşmiş olsalar da, Hataları Tanı. Sırma veya gümüş işlemeli bir tür ipekli kumaşa bürünsede, şansına altın ile taçlanıp süslensede, Dürüstlük kötü bir huyu tanımakta ne yanılır ne de gecikir. Buna rağmen, şahsiyet tabiatına geçmiş olan kusuru asla gizleyemez. Ağasının ve sahibinin asaletini ne kadar överse övsün, kölelik, tiksindiriciliğini kaybedemez. Kötü huy çok yüksek yerlere çıkmış olabilir, ama yine de özyapıya yapışmış bir şekilde kaldıkça, hem alçak hem de gayet adidir. Birçok büyük kimselerde büyük hatalar görülebilir, ama göze çarpmayan şey, onların bu sebeplerden dolayı büyük olmadıklarıdır. Büyüklüğün numunesi o kadar aldatıcıdır ki, gaddarlığa bile - cila çekip, parlatır! Ama, ancak bir gün onu bu hale getirenlerin aklı başlarına dönünceye kadar tabi, işte o zaman, pohpohlayıp yağ çektikleri bu yüce kişide, fakir fukura sınıfında alçak ve hor gördüklerini, onda artık zehirli bir meyve verecek üründe bulacaklardır. Hatalarını tanımakta hikmet var. 



187)
Nahoş şeyleri diğerleriyle paylaşarak, ama zevkli şeyleri kendin icra et. Öncekiyle, nefret edilmekten kurtulursun; sonrakiyle, iyi niyet kazanırsın. Büyük bir adam, iyilik görmekten daha çok, iyilik yapmaktan zevk alır: Bu nitelik, onun cömert yaradılışının daimi özelliği ve güzelliğidir. Ne derler?  “Acıdan sempati veya vicdan azabı duymadan, diğer bir kişinin gafletine kolaylıkla maşa olamazsın.” Yüksek mevkilerde, ancak mükâfatlandırma veya cezalandırma vasıtalarıyla iş görülür. Buna göre, birincisini kendin bağışla, ötekisini diğer kişilerin aracılığıyla ve onların elleriyle hallet. Dargınlık, nefret, ve bühtan silahlarının, ona karşı yönlendirileceği bir kimseyi, veya bir mekânı, hep halihazırda bulundur. Çünkü, kalabalık bir ahali şiddetli bir öfkeye daldığında, kudurmuş bir köpek gibidir. Onu kamçılayan eli görmez, ama kamçıyı ısırır. Kamçı suçsuz olduğu halde, bu cezayı çekmeye mecburdur. İyilik görmekten daha çok, iyilik yapmakta hikmet var.



188)
Övgü bahşeden bir kişilik geliştir. Bu, tatlı dilli olduğumuzu belli ettiği için itibarımıza biraz daha kıymet katar ve yükseltir. Başka bir yerde pekâlânın ne olduğunu öğrendiğimizi gösterdiğinden dolayı ise, şimdi bize eşlik eden bir kişiye, genel olarak itibara nasıl paha biçeceğimizin en uygun izlenimini sağlar. Hem aynen tekrarlanıp taklit edilmek için, hem de sohbet fırsatı elde etmek için, malzeme yetiştirir. Aynı zamanda, övgüyedeğer gayret ve emek teşvik eder. Ayrıca, önümüzde duran fevkalade fazilet birikimlerine çok kibar bir tarzda hürmet etmiş oluruz. Diğer biri bunun tam tersine, mesela hakaretle dudak bükerek veya birini küçümseyerek sohbet faslına eşlik edebilir; hatta, orada bulunmayan bir kişiyle alay ederken, yanlarındakileri pohpohladıklarını zanneder. Bu tür davranış, ona yarım yamalak ve sahte kişilerin huzurunda yardımcı olabilir; zira, herkese tüm diğer kişiler hakkında kötü konuşmanın ne kadar hilekâr olduğunu, onları seyredenlerin arasında hiç kimse farkedemez. Çoğu kişi, orta karar, ne iyi ne kötü olan bir günlük planın peşinden gitmeyi, geçmişte en seçkin kazançlarına karşı, daha yüksek bir değerlendirme sanır. İhtiyatlılar bu gibi incelikleri delip geçmeli; birinin abartılarından dolayı dehşete düşmemeli, bir ötekinin pohpohlamalarından ise, haddinden fazla güven almamalı. Sözlerini eşlik ettikleri kişilere göre ayarladıklarını görünce, değişik yöntemlerle olsa da, her ikisinin aynı yolda aynı şekilde hareket ettiğini kavramalıdır. Övgü bahşeden bir kişilikte hikmet var.



189)
Öteki kişinin arzularını araçlandır, ama felâkete sürükleme. Arzuları ne kadar büyükse, vidayı ona göre çevir. Felsefeci, 'acziyet diye bir şey yoktur,' der; devlet adamı ise, 'tamamen kuşatıcıdır,' der - her ikiside doğrudur. Çoğu kimse diğer kişilerin arzularından kendi hedeflerine merdiven kurar; bu fırsattan istifade ederken, iştah getirmek için hoşnut olmanın ne kadar zor olduğunu öne sürer. Arzu enerjisi hâkimiyetin doğurduğu uyuşukluktan daha fazla şey vaat eder. Arzu hırsı ona rekabet arttıkça artar. Arzuyu tatmin ederken, bağımlılığını sürdürmek çok ince bir marifet noktasından geçer. Haklarını çiğnemeden başka kimselerin arzularına rehber olmakta hikmet var. 



190)
Her şeyin içinde bir teselli sebebi bul. Faydasız bir kişi bile ecelsizlikten hoşlanır. Bedeli olmayan bir şey sıkıntı vermez ki. Enayiler şanslı sayılır, ama çirkinlerin şansı dillere destandır. Kıymetin az ise, çok uzun bir hayat sürebilirsin; zira, çatlayan bir cam kırılmayabilir, ama ne kadar dayanıklı olduğu insanın canını epey sıkar. Galiba, Talih büyük kişileri kıskanıyor, çünkü eşitlik sağlamak için faydasıza uzun hayat bağışlamış, ama faydalıya onu kısaltmış. Yükü taşıyan çok geçmeden kedere düşer, gerçi önemsiz bir kişi yaşar da yaşar; öncekine mesele böyle görünür, ama ötekine tam da öyledir. Şanssız bir insan, hem Ölüm hem de Talih’in onu artık unuttuğunu zanneder. Tesellide hikmet var.



191)
Kibarlığa ve nezakete katiyen fiyat biçme: Günahtır! Bazıları, birini sihirlemek için Mısır firavununa borçlu düşmez, çünkü enayiyi bir selam şevkiyle baştan çıkarabilir. Onlarınki Zariflik Bankasıdır, paraları ise, âlâ kelimelerin rüzgarı. Herşey vaat etmek, hiçbirşey vaat etmek gibidir: zira vaat, enayilere takılan bir çelme olabilir. Gerçek saygı, vazife icra edilirken belirir, ama bir hayırsıza, bu bir hile fırsatıdır, ve hileye imkân sağlayabilecek bir yer konumundadır. Bu imkân mekânı ona, saygı kazanacağı bir yer değil, esasında hüküm kudretine sahip olmanın yegane ve en kolay aracıdır. Böylece bu adamın yerine, onun sürmekte olduğu araca itaat edilir. Nitekim var ise, onun itibara lâik nitelikleri artık yok sayılır, ama ondan dilenen menfaatler epey iltifat görür. Kibarlık ve nezakete menfaat ücreti biçmemekte hikmet var.



192)
Dileğimiz rahat ve uzun bir hayattır. Sen yaşa, ama bırak o da yaşasın! Barış icra edenler sadece basit bir hayat sürmekle yetinmez, hayata hükmederler! Duy, gör, sesini kes ve sus: Münakaşasız bir gün, rüyasız ve rahat bir uyku ile ödüllenir. Hiçbirşey olan bir şeyi büyütüp, bir şey yapmayan bir kimsede, her tür güzellik mevcuttur. Zira, her şeyi kalbine saplanan bir mızrak gibi taşıyan bir kişi kadar, ve onun sapıklığından daha büyük bir aksilik nadir bulunur.  Aynı hata bizi ilgilendirmeyen bir şey hakkında bağrımızın yanması, oysa ilgilendirdiği takdirde kalbimize işlenmediği vakit, hissedilir. Yaşa ve yaşat, işte bunda da hayati hikmet var.



193)
Bir Başkasınınki ile işe başlayıp kendisininki ile sona erdireni dikkatle izle: zira, İhtiyatlılık tek savunma çaresidir; bilhassa, kurnazlığa ve şeytanlığa karşı, o, yegane bir muhafızdır. Kurnaz düzenbazın niyetine çok sıkı bir dikkat lazım.  Çoğu kişi, kendi işlerini başka kimselere yüklemekte başarılıdır.  Eğer bu tür bir şahsın çeşitli güdü kilitlerini açabilecek bir anahtara sahip değilsen, her an onun ateşe düşen kestanelerini çekmeye mecbur kalabilirsin; ama, tabi kendi parmaklarını yaktıktan sonra. İhtiyatlılıkta hikmet var.



194)
Özellikle hayatın ilk döneminde, sana ait meseleleri ve sana ait olan görüş hacmini akla uygun şekilde görmelisin. Genellikle bazılarının bunu en az hak etmiş olmalarına rağmen, herkeste kendilerine dair yüksek bir takdir fikri bulunur. Herkes talihin bir gün ona şans tanıyacağını hayal eder ve rüyasında görür.  Üstelik, dolayısıyla kendisini harika bir mucize sanır. Hayat tecrübesinin dolduramadığı savurgan vaatleri ümit canlandırır. Fakat, hayal kırıklığı esas gerçeğe dikkat çekince, bu tür nafile hayal kuruntuları sadece başa düşen herhangi bir belanın yegane kaynağını oluşturur. Arif bir kişi, bu gibi hataları önceden tahmin eder: gelen gideni temkinli bir şekilde kabul etmek uğruna, en iyi ihtimale ümitlenebilir ama en kötü ihtimale hazırlıklı olarak bekler. Doğrudur, hedefi vurmak için namluyu nişana göre yükseltmek gerekir, ama daha hayatın başlangıç döneminde, hayat gayeni ıskalamamak için, amaç haddinden fazla yükseltilmemeli. Düşünceleri bu tarzda düzeltmek elzem, çünkü tecrübeden evvel gelen beklentidir ve mutlaka en yükseğinde hızla süzülecektir. Hataya karşı ve her derde deva olan çare, yine sağgörü, yani tutumluluk ve tedbirliliktir.  Eğer bir şahıs kendine has gerçek mevki ve hareket alanını iyi biliyorsa, ülkülerini ona göre hakikat ile uzlaştırabilir. Hayat akımında kendine olan itibar, ifrat ve tefritten korunmuş, gerçi mantığa uygun kalmış ise, biraz övün, zira süresinin en büyük kısmında hikmet var. 



195)
Bir şeyin değerini, önemini ve gerekliliğini nasıl takdir edip ayırt edeceğini iyice öğren. Bu dünyada kişiye hiç olmazsa tek bir şey olsun öğretemeyecek kimse yoktur; ve en âlâ kişiyi bile geride bırakan, yani ondan daha âlâ olan bir kimse, daima mevcuttur. Herkesten nasıl istifade edilebileceğini bilmek elverişli bir bilgi birikimidir.  Arif herkesin değerine saygı duyar, çünkü her kişide bulunan iyiliği görür ve herşeyin iyiye çevrilmesinin ne kadar zor olduğunu pekâlâ bilir. Maskaralar ve enayiler herkesin değerini düşürür, kötüyü tercih ettiklerinden dolayı, iyiliği pek tanıyamazlar. İnsanı küçülten kimsede hikmet mağlup, cehalet galip durumdadır, ve o hayatta daimi keder var. 



196)
Sana hükmeden rehber yıldızınla tanış. Bu yıldızdan âciz kalan bir kimse yoktur; eğer şanssız ise, bunu bilmediğindendir. Nedenini ve nereden geldiğini bilmeden, bazısı yüksek ve güçlü mevki sahiplerinin hüsnüniyetini elde edebilir. Talih onlara en kolay şartlarda en iyi şansı tanımış, muavenetine sadece en az gayreti zorunlu kılmıştır. Diğerleri arifte lütuf bulur. Bir kişi bir başka kişiden alacağı saygı yerine, koskoca bir ülkede ondan daha çok hürmet elde edebilir; ve aynen, bir şehirde diğer bir şehirden çok daha fazla rağbet görebilir. Kişi bir öteki kişinin değer ve nitelikleriyle eşit veya aynı şekilde özdeş olsa dahi, bir makam veya mevkide diğer kişiye nazaran çok daha şanslı olabilir. Şans her an iskambil kâğıtlarını istediği gibi karıştırır. Herkes kendine has şans ve kabiliyet haddini iyice öğrenmelidir, zira oyunu kazanıp kazanamayacağı bu hususa bağlıdır. Sana rehberlik yapan yıldızı takip et ve onu bir başkasıyla katiyen karıştırma; zira bu hata, Kutupyıldızı bize gökleri gürleten gümbürtüyle seslendiği halde, Kuzey yöndekini yanlışlıkla Güney'dekiyle şaşırmak gibi bir şey olur. Talih yıldızınla iyice tanış, ondan gelecek bir hikmet var.



197)
Enayi ve maskara çeşidi insanları katiyen sırtında taşıma. Enayi bir kişiyi gördüğü halde, onu tanıyamayan bir kimsenin kendi kişiliğinde enayilik bulunur.  Üstelik, birinin enayi olduğunu bilen, ama ondan uzak durmayan bir kimse, maskaralığın zirvesine çıkmış sayılır. Bunların refakati ve ortaklığı tehlikelidir, sırdaşlığı ise harap edicidir. Gerçi bir mühlet de olsa, kendi ihtiyat seviyeleri ve diğerlerinden aldıkları umursama sayesinde, gayet sınırlı kalabilirler. Buna rağmen, eninde sonunda, mutlaka ya yanlış bir şey yapacak, ya da ters bir söz söyleceklerdir. Ama bu kusurun kabahati, onları uzun bir süre barındırdığımızdan dolayı, bize de yüklenebilir ve itibarımıza şüphe uyandırabilir. Kendinde borçlanma hakkı ve haddi olmayan bir kimse, diğer bir kimseye yardımcı olamaz. Bu tür bir kimse oldukça şanssızdır, ama enayinin en güçlü rakibidir. Neticede, maskaralık borcunun ücreti, pahasına göre, ha orda ha burda, ve de bir gün, borçluya ve ona imkân sağlayana, kesinlikle ödetilecektir. Mamafih, enayinin kötü olmayan güzide bir niteleğini, gözden kaçırmamalıyız. Yani, akıllıya herhangi bir istifade ürünü taşımadığı halde, adeta bir ikaz ve işaret levhası gibi asıldığında, ibret numunesi teşkil ettiğinden dolayı, arifin gelecek nesile vereceği derse elverişlidir. Enayiyi himayene almamakta hikmet var. 



198)
Kendini bitki gibi, bir yerden çıkarılıp başka bir yere dikilmeye elverişli olmayı öğren. Özellikle yüksek mevkilerde olanlar, değişik devlet sınırlarını geçtiklerinde, onlara has ehemmiyetin anlamını hissettirmelidirler. Oralarda, anavatanları her zaman yüksek kabiliyetlere üvey annedir: gerçi kendi anayurt topraklarında sadece onlara duyulan imrenti neşvünema bulur; şimdi erdiği en yüksek mertebenin yerine, o kişinin küçüklüğü ve en acemi başlangıç dönemi daha iyi hatırlanır. Dünyanın bir ucundan öteki ucuna giden bir iğne epey rağbet görür. Uzak bir yerden geldiği için, boyalı bir cam parçası bile, elmas ile değerinde rekabet edebilir. Genellikle her yerde, yabancı olan herşey hemen hemen herkes tarafından saygıya lâyık sayılır; sebebi, kısmen uzaklardan geldiği içindir, böylece kısmen yerel maldan daha mükemmel bir şekilde hazırlanıp sunulmuş olduğu zannedilir. Bir zamanlar, kendi köylerinde gülünç bir itibara sahip olan herhangi bir kişi, bugün başka bir memlekette, dünyanın harikası konumuna erişebilir; hem kendi vatandaşları arasında hem de yaşamakta olduğu yabancılar arasında büyük saygı görebilir; sonrakine çok uzaktan geldiği için, öncekine çok uzaktan seyredildiği içindir. Şu an caminin içinde bir duvarda asılı duran ve üzerine özenle dua yazılan tahta bir levha, geçmişte onu sadece bahçede bir ağaç gövdesi halinde görenlere, şimdiki gibi hürmet ve ilham işareti taşıyabileceği tahmin edilmemiştir. Bir yerden çıkıp başka bir yerde hürmet sahibi olmakta da hikmet var.



199)
Uygun bir yeri varsayım ile değil, liyakat ile bulmak gerekir. İtibar sahibi olmanın en doğru yolu liyakatten geçer, ve çalışkanlık liyakate eşlik ettiğinde, mesafe azalır. Dürüstlük kendi halinde ve tek başına yeterli olamaz, zorlama ve ayak direnme ise, onur kırıcıdır. İhtimal dahili bir şey toz serpilmesi gibi, itibarı imha edebilecek bir şüphe vasıtasıyla meydana çıkabilir. Doğru yol, iki karşıtın ortasındaki, yani hak ettiğin bir yer ile, kendini yerleştirebileceğin bir mekâna müsait kalan yarı yoldur. Bulana hikmet var. 



200)
Arzu edilen bir şeyin geri kalan diğer bir kısmını yedekte halihazırda bulundur. Neden mi? Mutluluğun ta içinde bile, perişan olmamak için! Böyle, ecele dek, beden nefes alıp verirken, maneviyat hep bir amaç edinmeli. Çünkü, tümüne sahip olsaydık, hepsi hayal kırıklığı ve hoşnutsuzluk olurdu. Bilim alanında bile, merak uyandırıp ümidi heyecanlandırmak için, bilmemiz gereken bir şey hep biraz geride bırakılmalı. Zira, mutluluğun fazlası mahvedicidir. Yani, tedbirli ve akla uygun bir siyasi piyesin tutumu, muavenet bahşederken tamamen tatmin etmemektir. Arzu edilecek bir şey geride yedekte kalmadıkça, dehşete sebep olan herşey muhtemeldir.  Neticede, mutluluk bedbaht bir duruma düşer.  Emel ebediyen bittiği vakit, yerine korku doğar. Akıllı insan hayat sınırlarını bilir, bunda hikmet var.     



















© 2016 - Tacettin Fidan

Make a free website with Yola